17 Ağustos 2019 Cumartesi

Çerkes Hasan'a İade-i İtibarda Bulunması

 Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen

Vatana ihanet cürmünden idam edilen Çerkes Hasan’a Sultan II.Abdülhamid iade-i itibarda bulunmuş ve mezarının başına şu levhayı astırmıştır: …Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen felaketlerdi...
Hüseyin Avni Paşa, kanlı olaydan bir gece evvel başına gelecekleri hissetmiş olacak ki Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi olan Yüzbaşı Çerkes Hasan’ı tutuklatmış, ancak Hasan ertesi günü Taif’e sürgüne gitmesi şartıyla Redif Paşa tarafından salıverilmişti. 
Çerkes Hasan, Sultan Abdülaziz’in ölümünden sonra iki adet revolve tabancası ve ceketinin içinde taşıdığı kama bıçağıyla serseri bir mayın gibi bilinçsizce ortalıkta dolaşıyordu. Redif Paşa’nın ihtarlarından sonra artık tek seçeneği sürgüne gitmekti; ancak ne ablasına yapılan kötü muameleleri ne de Sultan Abdülaziz’in ölümünü aklından çıkarabiliyordu. O gece sabaha kadar uyuyamadı, günün ilk saatlerinde kararını vererek evden çıktı.
Cibali iskelesine geldi, kayığa binerek Üsküdar’a geçti. Artık aklında tek bir hedef vardı: Sultan Abdülaziz’in ve ablasının başına gelen tüm felaketlerden sorumlu olan Cuntanın başı Hüseyin Avni Paşa’yı öldürmek. Muhafız zabitleri, Çerkes Hasan Paşa’nın konağına geldiğinde ona Paşa’nın Mithat Paşa’nın konağında olduğu söyledi.
Tekrar kayığa atlayan Çerkes Hasan önce Sirkeci’ye oradan da bir kiracı beygiri tutarak Mithat Paşa’nın Beyazıt’ta bulunan konağına doğru gitti. Hasan konağa vardığında zabitlere, Hüseyin Avni Paşa’ya çok önemli haberler içeren bir telgraf getirdiğini bildirdi. Zabitler Paşa’nın kabinesiyle toplantı halinde olduğunu, bitene kadar Hasan’ın salonda beklemesi gerektiğini söylediler.
Hasan, zabitlerin dalgınlığına denk gelen bir anda hızla koşarak sert bir biçimde kapıyı açtı ve kabine odasına girdi. Tam karşısında oturmuş toplantı halindeki Cuntacılardan Şeyhül İslam Hayrullah Efendi ve iki bakan hariç hepsi oradaydı. Sadrazam Mütercim Rüşdi Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, Hariciye Nazırı Raşid Paşa, Maarif Nazırı Cevdet Paşa, Defter-i Hâkanî Nazırı Yusuf Paşa, Şûrây-ı Devlet Reisi Midhat Paşa, Hasan Rıza Paşa, Şerif Hüseyin Paşa, Hâlet Paşa, Sadaret Müsteşarı Said Efendi, Âmedci Mahmud Celaleddin ve Sadaret Mektupçusu Memduh Bey... 
Kabine üyeleri bir anda huzurlarında gördükleri bir eli silahlı bir eli kamalı adam karşısında şaşkınlık yaşayarak konuşmayı bıraktılar. Salonda Çerkes Hasan’ı tanıyan ilk kişi Cuntanın başı Hüseyin Avni Paşa oldu. Paşa kaçmak için ayağa kalktığında Çerkes Hasan elindeki revolve tabancayla Paşa’nın göğsünün ortasına iki el ateş etti. Hüseyin Avni oracıkta yere yığıldı. Bakanlar kaçışmaya başladığında Kaptan-ı Derya Ahmed Paşa, Çerkes Hasan’ın silahının üzerine atıldı, Hasan çevik bir hareketle elindeki kamayı Hasan Paşa’nın kulağına saplayıp kurtuldu. Hasan, Ahmed Paşa’yı atlattığında yere yığılan Hüseyin Avni Paşa’nın can çekiştiğini gördü. Hüseyin Avni Paşa’nın yanına geldi, Hasan, Hüseyin Avni Paşa’yı gücü tükenene kadar defalarca elindeki Kama ile bıçakladı. Hasan ayağa kalktığında, daha ilk kurşun sesiyle bayılmış olan Hariciye (Dışişleri) Nazırı Reşid Paşa’yı da vurdu, Hasan öfkesini alamamış olacak ki ilk kurşunda öldürdüğü Reşid Paşa’nın boğazını elindeki kamayla kesti.
Hasan bu kez salonun içinde yaraladığı Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmed Paşa’yı aramaya koyuldu. Birçok Bakanın can havliyle sığındığı ve çığlık çığlığa yardım istediği küçük odaya yöneldi. Paşalar kapıyı sıkı sıkı tutmuş can havliyle Hasan’ın içeriye girmesini engellemeye çalışıyordu. Bu sırada Mithat Paşa’nın emir eri Ahmet Ağa salona gelerek, kapıyı zorlayan Çerkes Hasan’ın başına ve omzuna iki darbe vurdu. Büyük bir acıyla arkasını dönen Çerkes Hasan elindeki tabancayla Ahmet Ağa’yı karnına sıktığı tek kurşunla yere yığdı. 
Salonun önüne geldiklerinde Hasan’ın kurşunlarının hedefi olan zabitler uzun bir müddet içeri giremedi. Hasan bir yandan kapıyı açıp diğer Cuntacı Paşaları öldürmeye çalışırken bir taraftan da toplantı salonunun önündeki zabitlere ateş açıyordu. Hasan, bu çatışmalarda da üst düzey rütbeye sahip iki subayı öldürdü. Kurşunu bitip de daha fazla çatışamayacağını anlayan Çerkes Hasan zabitlere teslim oldu.
Olay sonrası ikisi Bakan olmak üzere toplam beş kişi öldü. Çerkes Hasan sorgulandığında ölen zabitler için üzgün olduğunu amacının sadece cuntacıları öldürmek olduğunu söyledi. Çerkes Hasan Bab-ı Seraskeri’nin önündeki büyük dut ağacına asılarak vatana ihanet cürmünden idam edilmiştir. Sultan İkinci Abdülhamid tahta çıktığında Çerkes Hasan’ı kahraman ilan ederek iade-i itibarda bulunmuş ve Hasan için Edirnekapı Şehitliğinde bir mezar yaptırarak başına şu levhayı astırmıştır:
…Genç yaşında veliyyünnimeti uğrunda fedâycân eden merhum Çerkes Hasan…
Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen

Modern Sanatlara İlgisi

Sultan,  modern sanatları çok sever ve desteklerdi.
   
Sultan,  modern sanatları çok sever ve desteklerdi
Yıldız Sarayında Tiyatro Grubu Gösterim Yaparken

Fakirlere Yardımları



Şehzadelerle sünnet edilen fakir çocuklar
Şehzadelerle sünnet edilen fakir çocuklar

Hanımı Naciye Hanımefendi'nin Kendilerini Tahttan İndirenlere Yazdığı Mektup

 


Sultan Abdülhamid’in en küçük oğlu Âbid Efendi’nin annesi Naciye Hanım’ın, kocası Abdülhamid’i tahtından indiren Hareket Ordusu’nun kumandanı ve sonranın sadrazamı Mahmud Şevket Paşa’ya 26 Mart 1912’de gönderdiği mektubunu…
Bartınlı bir aileye mensup olan Naciye Hanım, mektubunda kocası Sultan Abdülhamid ile beraberce Selânik’e sürgüne gönderildikleri sırada ellerinden alınan ve içerisinde oğlunun yegâne serveti olan paraların bulunduğu çantanın kendilerine geri verilmesini istiyor, Yıldız Sarayı’ndaki eşyalarının sabık hükümdarın büyük oğlu Şehzade Selim Efendi’ye teslim edilmesi ricasında bulunuyor ve Sultan Abdülhamid’in Maslak Çiftliği’nin küçük oğlu Âbid Efendi’ye verilmesi konusundaki talebini hatırlatıyor…
Bu taleplerin hiçbiri yerine getirilmedi ve Sultan Abdülhamid’in oğlunun istikbali için ayırdığı nakit para ile hisse senetlerinden de bir haber alınamadı!
Mektubun enteresan ama gayet acı olan bir başka tarafı: Naciye Hanım’ın imzasının altında mahkûm mektuplarını hatırlatırcasına “Görülmüştür” kaydı ve Ordu Köşkü Muhafızı Rasim Bey’in imzası var!
Naciye Hanım 1923’te İstanbul’da vefat etti, bir sene sonra bütün Osmanoğulları ile beraber sürgüne gönderilen oğlu Âbid Efendi ise zorluklarla dolu bir hayat yaşadı. Fransa’da iyi bir tahsil görmesine ve Arnavutluk Kralı Zog’un kızkardeşlerinden biri ile evlenmesine rağmen sonraki senelerde büyük sıkıntılar çekti. Fransa’da kapı kapı dolaşıp sabun sattı, sonra Lübnan’a geçti, Suudi Kralı Faysal’ın bağladığı cüz’i bir aylıkla yaşadı ve hayattan 1973’te Beyrut’ta ayrıldı.
Sultan Abdülhamid’in hanımlarından ve küçük oğlu Âbid Efendi’nin annesi olan Naciye Hanım, Mahmud Şevket Paşa’ya gönderdiği mektubunda günümüzün Türkçesi ile şöyle diyor:
“Aşağıdaki konularda muhtelif tarihlerde yaptığım müracaatların tamamı cevapsız kaldığı için durumu yeniden ifadeye teşebbüs ediyorum.
Zevcim sabık hâkan Abdülhamid Han Hazretleri ile beraber Selânik’e geldiğimizde içerisinde gerek benim ve gerek oğlum Âbid Efendi’nin yegâne serveti olan nakit para, hisse senetleri ve daha bazı özel evrakın bulunduğu çanta bana ait dairenin baş kalfası olan ve bugün burada yanımızda bulunan Mâhıenver Kalfa’nın elinden alınmış ve karşılığında o zaman belediye reisi olan Hâzım Bey’in başkanlığındaki komisyon tarafından bugün bende bulunan bir mazbata verilmişti.
Bu çanta ile içerisindekilerin tarafıma aynen iadesini defalarca istirham ettim ama yerine getirilmedi. Mevduatımın güzel şekilde muhafaza edileceğine emin isem de, bunların kendi elimde bulunmasını daha ziyade muvafık bulduğum için tarafıma iadesinin sağlanmasına himmet buyurmanızı rica ederim.
İkinci olarak: Yıldız Sarayı’nda kalan benim ve oğlum Şehzade Âbid Efendi ile yanımda bulunan Dilbeste Kalfa’nın eşyasının nereye teslim olunması lâzım geleceği daha önce padişahın (Abdülhamid’den sonra tahta geçen Sultan Reşad’ın) emri ile sorulmuş, Şehzade Selim Efendi Hazretleri’ne teslimi tarafımızdan cevaben bildirilmiş ve şimdiye kadar hiçbirşeyin verilmediği haber alınmıştır. Dolayısı ile bu eşyanın da biran evvel Selim Efendi’ye teslim edilmesini ve neticenin tarafıma bildirilmesini rica ediyorum.
Üçüncü olarak: Maslak Çiftliği’nin oğluma verilmesi konusunda pederi sabık hâkan hazretleri (Abdülhamid) tarafından seyahatimiz sırasında yapılan talebin neticesine ve çiftliğin devir muamelesinin yerine getirildiğine dair de henüz bir haber gelmemiştir.
İşte, mâruzatım kısaca bunlardan ibarettir. İstirhamlarının biran evvel yerine getirilmesini ve tarafıma bilgi verilmesini gerek kerîm olan zâtınızdan ve gerekse de Meşrutiyet’in adâletinden beklerim efendim.
26 Mart 1912.
Selânik’te Ordu Köşkü’nde sabık hâkan hazretlerinin zevcesi Naciye”.
Murat Bardakçı'nın Habertürk'teki yazısından alıntı.
Bu mektup onu tahttan indiren İttihatçıların içinde ne hırsızlar bulunduğunu da kanıtlar. Para dolu çanta sözde tutanakla alınmış ve yok olmuş. Birilerince paralar yenilmiş. Nasıl olsa galip onlar ve hesap soran yok.
 
 Nasıl olsa galip onlar ve hesap soran yok

Çocukları

Mahmud Şevket Efendi
Mahmud Şevket Efendi


Mehmed Burhaneddin Efendi  
Mehmed Burhaneddin Efendi 
Abdülhamid'in tahtan indirilerek öldürülen amcası Sultan Abdülaziz'in çocuklarını kendi çocuklarından ayırmadığının "resmi" bir kanıtı niteliğinde 
Abdülhamid'in tahtan indirilerek öldürülen amcası Sultan Abdülaziz'in çocuklarını kendi çocuklarından ayırmadığının "resmi" bir kanıtı niteliğinde.

 Naile Sultan ve Naime Sultan / Sultan Abdülmecid'in kızı ve 2.Abdülhamid'in kızı
Abdülhamid'in kızı 
Naime Sultan

Kendisini Tahttan İndirenlere Yazdığı Mektup

 


Sultan Abdülhamid,  tahttan  indirildikten sonra Selanik te Alatini Köşkünde mecburi ikamete tabi tutulmuştu.
Sultan, buradayken hayatından endişe ettiği için Hareket Ordusu komutanı Mahmut Şevket Paşa'ya aşağıdaki mektubu yazıp göndermiştir:
YEMİNİME SADIK KALDIM”

 “1325 Nisanı’nın ondördüncü Salı günü (27 Nisan 1909) akşamı Âyân ve Mebûsan Meclisleri tarafından tertip edilen Tebliğ Heyeti hayatımın emniyet altında olduğunu ve her türlü taarruzdan âzâde bulunduğunu, oğlum Abdürrahim Efendi ve hizmette bulunanların bir kısmının huzurunda ve yanımdaki ailemin işitebileceği bir şekilde bildirdi.
Gecesi de Ferik (Korgeneral) Hüsnü Paşa, beraberindeki ümerâ ve subaylarla gelerek adı geçen heyetin taahhütlerini ve ifâdelerini tasdik ederek hayatımın kat’i olarak hiçbir şekilde tecavüz ve taarruza hedef olmıyacağını ve İkinci ve Üçüncü Ordu ve askerin hayatımı korumayı üzerlerine almış olduğunu ve Selânik’te hazırlanan yerde son derece hürmetle ikamet edeceğimi bildirerek şayet bu hususta tereddüt edilirse birlikte arabaya binerek ve elime revolver vererek Allah korusun bir tecavüz olduğunda ilk önce kendisini revolverle yok etmekliğimi ‘Vallah, Billâh, Tallah’ kelimeleriyle yemin etmiş ve Kur’an-ı Şerîf’i dahî getirip ona da yemin edeceğini söylemiş ise de, ‘Allah korusun, ben kaatil olamam’ diyerek teminât ve yeminlerine kanaat edip husûsî trenle Selânik’e gelindi. Burada gördüğüm nazik muamele ve subayların muhafaza etmek işinde gayret ve hamiyetleri takdire değer.
İyi ve kötü, fakat iyi niyetle 34 yıl vallahi ve billâhi geceli gündüzlü devlet ve millete hizmet ettim. Şehislâm Efendi vasıtasiyle ettiğim yemine aykırı hal ve harekette bulunmadım. Meşrutiyet aleyhinde nüfuzumu kullanmadım. İstanbul’daki asker hâdisesinde vallahi bilgim yoktur. İşte buralarını yeminle temin ederim.
Biraderim merhum Sultan Murad Hazretleri 26 yıl daha yaşayıp yanında birçok harem ağaları ve merhum Hayrettin Paşa’ya hizmet etmiş olan Server Ağa ve lüzumu kadar hizmetçi vesaire bulunduruldu. Hazine-i Hassa ve mutfaktan her türlü yiyecek ve içecek ve diğer eşyalar kendileri için temin edildi ve istirahatleri için her türlü vasıtalar tedarik edildi.
Rus askeri henüz Ayastafanos’da bulunduğu bir sırada Ali Suavi Vak’ası meydana gelmesiyle adı geçen zâtı hemen yanıma alıp ortalığın sakinleşmesiyle oturdukları yere gönderip ölünceye kadar emniyet içinde muhafaza edilmelerinde ne derece gayret ve dikkat edildiği ve ailelerinin ailemin geçimi ile müsavî bir şekilde faydalandığı ve hasta ve vücutça malûl oldukları halde bunca müddet her türlü arzusunu yerine getirmek suretiyle yaşadıkları meydanda ve son olarak ölümlerinin ne yolda olduğu dahi hususi doktoru Rıza Paşa’nın raporuyla âşikârdır.
Ölümlerinden sonra aileleri fertlerine kendi çocuklarım gibi bakarak huzur ve rahatlarının temini hususunda zerre kadar ihmal vuku bulmadı. Hattâ, adı geçen zâtın hanımı, başkadınefendi idareci ve dindar olan bahsi geçen Server Ağa vasıtasiyle ailemle beraber maaş aldıkça memnuniyetini bildiren teşekkür mektupları hâlâ saraydaki evrakım arasında mevcuttur. Oğulları Salâhattin Efendi’nin aleyhimde bulunacağına inanmam, yalnız bir isnattan ibarettir.
Bulunduğum felâketli hal şu şekilde hülâsa olunur:
Ailemin ve çocuklarımın çokluğundan İstanbul’da bulunan çocuklarımdan Nureddin Efendi kendi annesiyle diğer ihtiyar kadınlardan meydana gelmiş bir aile efradıyla bugün bir lokma ekmeğe muhtaç haldedir.
Maaşım şimdilik burayı idare etmeye yetiyorsa da İstanbul’dakilere yardım edecek ve onları besleyecek derecede değildir. Bununla beraber zaruret sebeplerinin ortadan kaldırılmasını devlet ve milletin nazar-ı dikkate alacağına eminim. Çünki, servet ve eşyam zaptedildi. Perişan ve merhamet gerektiren bir haldeyim.
Bu basit teferruattan yegâne maksat şunlardır: İlk önce kendimin, ailemin ve çocuklarımın hayatının her türlü taarruz ve tecavüzden korunacağı hakkında evvelce verilen vaadler ve taahhütler Âyân, Mebûsan, devlet ve asker tarafından teminat ve karar altına alınsın. Bu karar da açık ibare ile resmî şekilde yazı ile bildirilsin.
İkinci olarak, ikamet etmekte olduğum Alâtini Köşkü namıma satın alınarak hayatım boyunca oturmak üzere tahsis olunsun.
Üçüncü olarak, hizmetimde bulunanların şahsî hürriyetlerinin verilmesi çâresine bakılsın.
İşte, temennilerim bu üç şeyden ibarettir. Çünki hayattan emniyetsizlik insan için her an bir ölümdür, hayat ise mukaddestir. Hayattan emin olmamak gibi felâket olamaz. Bundan dolayı zikredilen şu üç şart yerine getirildiği takdirde her ne şekilde arzu edilir ve kimin huzurunda icabederse, bankadaki malubumun (hesaplarımdaki paranın) teslimine dair evrakın takrir ve imzasına hazırım. Servetimin asker için muhafaza edildiğini samimî bir hakikat olmak üzere beyan edebilirim. Mevcut servetimin, keşke daha çok olsa idi, tamamını askere terketme şerefine nâil olma temennisinden kendimi alamamaktayım.
Cenâb-ı Hakk’a yemin ederim ki, bu fânî dünyada yegâne maksadım yalnız devlet ve millete duacı olarak emniyet içerisinde sayılı nefeslerimin bulunduğum mevkide tamamlanmasıdır. Kat’iyyen başka fikrim yoktur. Arzu olunacak şekilde teminat vermeye hazırım. Bundan dolayı bu arzıhâlimin Meclis’te okunmasiyle bu büyük millet ve Meşrutiyet devletinin medanda olan haşmet ve âtıfetine nisbetle ehemmiyetsiz olan bu dileklerimin kabulünü rica ederim. 15 Cemâziyelâhır 1327 ve 22 Haziran 1325 (5 Temmuz 1909).
Abdülhamid”.
Bu mektup Celal Bayar'ın "Ben de Yazdım" adlı kitabında yer alır. Türkçe'ye uyarlaması  C.B.'a aittir.
Murat Bardakçı'nın Habertürk'teki ilgili yazısından naklen aktardım.
***
Aynı yazıda M.Şevket Paşa'nın cevabı  ise şöyle yer alıyor:
Bu dilekçe " İstanbul’a hâkim olan Hareket Ordusu’nun kumandanı Mahmud Şevket Paşa’yı hiddetlendirdi. Paşa, dilekçe ile ilgili olarak emrindekilere gönderdiği yazıda “Hayatı ordu tarafından garanti edildiği halde yeni garantiler istemesi orduya hakarettir. Namus erbâbının nasihatlerini dinlemediği için felâketine sebep olan böyle tereddütlü davranışlardan vazgeçip mert şekilde hareket etmesi gerektiğini kendisine bildirin” dedi ve Abdülhamid’in bütün taleplerini reddetti.

 Namus erbâbının nasihatlerini dinlemediği için felâketine sebep olan böyle tereddütlü davranışlardan vazgeçip mert şekilde hareket etmesi gerektiğini kendisine bildirin” dedi ve Abdülhamid’in bütün taleplerini reddetti

Kitap Sevgisi

Sultan,  büyük bir kütüphane kurmuştu.  Devrilince bir kısmı yağmalandı. Kalanı Yıldız Kütüphanesi, olarak hatırlandı.
1 Haziran 1924’te  Bakanlar Kurulu Kararı ile, Meşrutiyet’in ardından birkaç sene boyunca Maarif Nezareti tarafından idare edilen ve daha sonra Hazine-i Hassa Müdüriyeti’ne devredilen Yıldız Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi’ne verildi. Sultan Abdülhamid’in hususî kitaplığı sayılan Yıldız Kütüphanesi bugün “İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı” olarak kullanılıyor ve kütüphanedeki çok kıymetli bazı eserlerin geçtiğimiz senelerde çöpe atılmaları hâlâ tartışılıyor.

At Sevgisi

Koca Sultanın en sevdiği atı "Ferhan"
Koca Sultanın en sevdiği atı "Ferhan"

Hayranlıktan Düşmanlığa Tevfik Fikret

 

Önceleri Sultan Abdülhamid hakkında:
….
Büyük, büyüksün evet bîadîlsin, birsin
Uluvv-i haslet ile ekberü’l-ekâbirsin
…..
Eyâ veliyy-i niâm dâdgârımız sensin
Yegâne melce ü vâlâ tebârımız
Medâr-ı muhteşem iftihârımız sensin
Senin vücuduna muhtâcız ey veliyy-i niâm
İle’l-ebed sana densin halîfe-i âlem
şeklinde övgü dolu şiirler yazan, onu en müstesna ifade ve teşbihlerle meth ü sena eden ve açılan yarışmada Sitâyîş-i Hazret-i Pâdişâhîadlı eseri ile birinciliğe layık görülmüştür Tevfik Fikret.
Sultan Abdülhamid, yetkileri eline aldıktan sonra batıcıların istediği tarzda hareket etmeyip Kanun-ı Esasi’yi yürürlükten kaldırıp meclisin tatil etti, Batıcıların bürokrasideki büyüğü Mithat Paşayı ve arkadaşlarının saray çevresinden uzaklaştırdı, Abdülhamid’in yeni bir saray çevresi oluşturarak kendine özgü politikalar izlemeye başlaması Tevfik Fikret'i de diğer batıcılar gibi Abdülhamid’e karşı tavır almaya sevk etmiştir. Artık Tevfik Fikret’in Saray’a bakışı bütünüyle olumsuzdur.
Bu yeni dönemde gerek Sultan Abdülhamid’in kendisi gerekse ve özellikle saray çevresi  yoğun şekilde batıcı şairlerin saldırısı altında kalmıştır. Manzumenin her bir türünden üretilen zehirli oklar, Abdülhamid’in ve bendegânının göğsüne ve gönlüne saplanmak üzere Yıldız’a fırlatılmıştır.
Kısa bir süre önce en parlak ifadeler ve en şaşaalı kelimelerle Abdülhamid’i yere göğe sığdıramayan Tevfik Fikret en ağır kelimeler, en galiz küfürler ve en hayâsız ifadelerle ona lanetler okumuş, ona karşı düzenlenen suikastı adeta ayakta alkışlamış, ölmedi diye üzülmüş, kederlenmiş, kahrolmuş ve Sultan Abdülhamid’in bir an evvel terk-i dünya etmesi temenni ve niyazında bulunmuştur.
İstanbul bağlamında “kanlı, kal’alı, zindanlı, menfur ve mel’un” şeklinde niteleyip lanetlediği Abdülhamid’e olumsuz manzumeler yazmaktan çekinmeyen Tevfik Fikret, yine ona karşı duyduğu nefret nedeniyle İngiltere’nin Türkiye üzerindeki emellerine körü körüne hizmet etme ihanetinde bulunmaktan da kaçınmamıştır.
Hüseyin Sîret, İsmail Safa ve Ubeydullah Efendi gibi bazı yakın dostlarının 1899 yılında İngiliz Sefaretine giderek Transval Savaşı’nda Boerlere karşı İngiltere’nin galibiyetini temenni beyanlı Elçi Sir Nicholas O’Connor’a takdim ettikleri metni Tevfik Fikret de imzalamıştır.

Kız Çocuklarının Eğitimi İçin Yaptıkları

Başbakanlık Osmanlı Arşivinden bir belge Kimsesiz kız çocuklarının eğitim ve öğretimi için İstanbul Şehzadebaşı'nda bulunan Halet Paşa Konağı'nın elverişli olduğu anlaşıldığından satın alınarak okul haline dönüştürülmesine dair Sultan II. Abdülhamid'in emri.

  Abdülhamid'in emri

Sultan Abdülhamid'i Sömürme Çabaları

Bu ülkenin makus talihlerinden biri tarihî şahsiyetlerin sömürülmesidir.
Sultan da buna uğramışlardandır.
İşte bunun örneklerinden biri.
Sultan II. Abdülhamid’e atfedilen Hâtırat’ın Utarit’deki tefrikası ve kitap halinde basılmış nüshası Süleyman Nazif’in kaleminden çıkmıştır. Fevrî ve asabî tabiatlı Süleyman Nazif daha önce ve sonra da bu hususiyetinin delili sayılabilecek metinler kaleme almıştır.Süleyman Nazif’in âni bir öfke ve aşırı asabiyet neticesinde yazdığı başka metinler de bulunmaktadır. Kürt Şerif Paşa (1865-1951) için yazdığı Boş
Herif (Bursa 1910, 10 s., Emrî Matbaası), İskilipli Âtıf Hoca merhumun Frenk Mukallitliği ve Şapka (İstanbul 1340, 32 s.) isimli risalesine yazdığı İmana Tasallut (İstanbul 1342, 32 s.) isimli reddiyesi bu kâbildendir. Bu risâle Âtıf Hoca’nın idamına vesile olmuştur: Tahiru’l-Mevlevî (Olgun), Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri, İstanbul 1991, s.255-258. Bu bilgiyi üstâdım İsmail Kara’ya borçluyum.
Prof. Dr. Ali Birinci

Dış Borçlar Ne Oldu

Abdülhamid , önceki batı etkisindeki sultanların yaptığı dış borcu pimi çekilmiş bir el bombası gibi elinde buldu.
Osmanlı Ekonomisinin Dış Borç Batağına Batışı
Osmanlı Devleti, 1854 yılında başlayan borçlanma batağı sürecine 1875 yılına kadar dayanabildi. Öyle ki 1874-75 yılı bütçe geliri 25.104.928 lira iken, 5 yıla ait dış borç ödeme taksiti 13.200.000 liraya ulaşmıştı. 1854-1875 yılları arasında Batılı devletlere 220 milyon sterlin borçlanılmıştı ama ele geçen para yalnızca 116 milyon sterlindi! Bu dış borç taksitinden başka iç borç taksitleri de bütçe üzerinde ayrı bir yük oluşturuyordu. Nihayet iç ve dış borç taksitlerini devlet bütçesi ödeyemez hale gelince dönemin Sadrazamı Mahmut Nedim Paşa bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğde, hükümetin bütçe açığından dolayı borç ödemelerinde bir değişiklik yapıldığı belirtiliyordu. Faiz ve yıllık ödeme taksitlerinin yarısını para, kalan yarısının da yeni basılıp dağıtılacak %5 faizli hisse senetleriyle ödenmesi öngörülüyordu.
Osmanlı Hükümeti’nin ödemelere ara verme kararı, tek yanlı alınmış bir karardı. Alacaklılara kararın alınması aşamasında herhangi bir şey sorulmamıştı. Bu kararın alınmasıyla şok olan Avrupalı tahvil sahipleri, Osmanlı Hükümeti üzerinde çeşitli siyasi baskılar kurarak alacaklarını tahsil etme yollarını aramaya koyuldular. Sonunda 30 Ekim 1875 günü hükümet borçlarını ödemek için bir kararname yayınladı. Kararname Ramazan ayında yayınlandığı için bu kararnameye Ramazan Kararnamesi denilmektedir. Bu kararname, alacaklıları rahatlatan bir ödeme sistemi ve miktarı belirtmekteydi.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı mağlubiyeti ile Balkanlar’daki topraklarının büyük bir kısmını kaybeden Osmanlı Devleti, kaybettiği topraklara yönelik bir kısım borçlarından da muaf tutulmuştu. Berlin Kongresi’nde Osmanlı borçlarının bir kısmı Bulgaristan’a, Karadağ’a, Sıbıstan’a ve Yunanistan’a paylaştırıldı. Ayrıca savaş sonu Osmanlı Devleti, Rusya’ya 35 milyon Lira savaş tazminatı olarak borçlanıp, miktarın tamamı faizlendirilerek yılda 350.000 lira taksitle 100 yılda ödenmesi ön görülmüştü.
13 Temmuz 1878 günü Berlin Antlaşması gereği Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödemesi için uluslararası mali bir komitenin kurulması tavsiye edilmişti. Bu tavsiye kararı gerek Osmanlı Hükümeti gerekse Galata Bankerleri tarafından sert tepkiyle karşılandı. Zira bu tavsiye kararı, Osmanlı Devleti açısından iç işlerine karışmak, Galata Bankerleri tarafından ise kendi alacaklarının böyle bir yöntemle tahsilini istememeleriydi. Bunun üzerine hükümet ile Osmanlı Bankası ve Galata Bankerleri arasında 22 Kasım 1879 günü bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma 1879 Kararnamesi diye anılmaktadır. Anlaşmaya göre; Hükümet, Müskirat, (alkollü içecek) Pul, İstanbul civarındaki deniz ürünleri vergisi, Edirne-Samsun-Bursa İpek Öşrü, Tönbeki ve Tütün Tekeli vergilerinin toplanması ve işletme hakkını 10 yıllığına Osmanlı Bankası’na ve Galata Bankerlerine veriyordu. İşte Osmanlı Bankası’nın ve Galata Bankerlerinin adı geçen gelirleri toplayıp işletmek ve kararnamede belirtilen iç borçları ödemek amacıyla kurmuş oldukları yönetime RüsumSitte İdaresi adı verilmiştir.
Avrupalı alacaklılar, 1879 Kararnamesi’ne ve Kararname uyarınca kurulan Rüsum-ı Sitte İdaresi’ne çok sert tepkiler gösterdiler. Çünkü iç borçların ödenmesi ve yukarıda belirtilen gelirlerin yönetiminin Osmanlı Bankası ve Galata Bankerlerinin eline geçmesi Avrupalı tahvil sahiplerinin hazmedemeyeceği bir gelişmeydi. Bunun üzerine Avrupalı tahvil sahipleri, Osmanlı Hükümeti ile iç borç alacaklıların arasında yapılan bu anlaşmanın uygulanmaması için çeşitli girişimlerde bulundular. Bu girişimler, kendileri açısından 1880 yılında olumlu gelişmelere sebep oldu. Osmanlı Hükümeti, 3 Ekim 1880 günü bir genelge yayınlayarak alacaklıların kendilerinin seçtikleri birer üyeyi İstanbul’a temsilci olarak göndermelerini istiyordu. Osmanlı Hükümeti’nin bu yaklaşımı üzerine alacaklılar kendilerini temsil etmek için aralarından seçerek belirledikleri temsilcilerini İstanbul’a göndereceklerini Osmanlı Hükümeti’ne bildirmişlerdi.
Düyun-u Umumiye İdaresi’nin Kuruluşu
Avrupa’dan gelen bu alacaklı temsilcileri ile Osmanlı Devleti tarafından görevlendirilen memurlar bir komisyon kurarak devletin borçlarını ödeme şekillerini ve bir sistem kurarak bu işlerin takibi için çalışmalar yapacaklardı.
Osmanlı Hükümeti temsilcileri ile Avrupalı alacaklıların temsilcileri 1 Eylül 1881 günü başlayan ve yaklaşık 4 ay süren çalışma ve görüşmeler sonucu ortak bir metin üzerinde anlaştılar. Bu metin hükümet tarafından bir kararname şekline getirildi. Kararname, 20 Aralık 1881’de Padişah tarafından İrade-i Seniyye olarak yayınlanarak resmi bir nitelik kazanmış oldu. İrade-i Seniyye’nin yayın tarihi Hicri 28 Muharrem 1299 yılına rastladığından bu kararnameye Muharrem Kararnamesi denilmektedir.
Kararnamede Osmanlı borçlarının yönetimi için bir kurum oluşturulması konusunda anlaşılmıştı. İleride de çok tartışmalara sebep olan bu kuruma “Düyun-u Umumiye-i Varidat-ı Muhassasa İdaresi,” kısaca “Düyun-u Umumiye İdaresi” denilmiştir. Böylece ilk dış borçlanmasını 1854 yılında gerçekleştiren Osmanlı, II. Abdülhamid’in padişahlığı döneminde kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi ile borçlanma serüveninde yeni bir sayfa açıyordu.
İdare’nin Yapısı
Merkezi İstanbul’da bulunan Düyun-u Umumiye İdaresi’nin en yetkili organı olan İdare Meclisi’ydi. Toplam üye sayısı 7 olup, bunlardan 5’i Avrupalı tahvil sahibi temsilcisi, 1’i Osmanlı tahvil sahibi temsilcisi, 1’i de iç borçlar temsilcisi statüsündeydiler. İstanbul’da kurulan 4 merkez müdürlükleri ile bölge müdürlüklerinden oluşan taşra teşkilatları da genel müdürlüğe bağlanmıştı. 1898’in sonunda bölge müdürlüklerin sayısı 26’ya, il ve ilçelerdeki müdürlüklerin sayısı ise 720’ye ulaşmıştı.
Görevleri Muharrem Kararnamesi’nde belirtilmişti. Kararname gereği idare, kendisine verilen gelirlerin toplanması, tahsili, işletmesi ve tespit edilen plana göre alacaklıların borçlarının ödenmesinden sorumlu idi. Önemle vurgulamak gerekir ki, ödenmesi gereken sadece dış borçlar değildi, iç borç ödemesi de idare tarafından yapılacaktı. İdare, görevi gereği her yıl bir bütçe defteri tutmaktaydı. Bu defterde, iç ve dış düzenli borçlar, düzenli olmayan borçlar, esham-ı cedide ile devletçe taahhüt altında bulunan demiryolları teminatı bulunmaktaydı.
İdare’nin çalışmalarının büyük bir kısmı vergi toplamaktan oluşmaktaydı. Bu işte belli başlı olan görevliler şunlardı: A’şar memurları, gümrük memurları, muvakkat şıra memurları, müskirat resmi bey’iyye memurları ve kaçakçılığı önlemek için görevlendirilen kolculardı. Bu memurların çalışma şartları, görev ve yetkileri her bir kısım için ayrı ayrı nizamnameler hazırlanarak belirlenmişti.
Düyun-u Umumiye’nin Osmanlı Ekonomisi Üzerindeki Etkileri
Düyun-u Umumiye’nin Osmanlı ekonomisi üzerindeki en önemli etkisi, Osmanlı maliyesi üzerine kurduğu ayrıntılı ve etkin denetim nedeniyle Osmanlı tahvillerinin riskinin azalması oldu. Alacakların güvence altına alınması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa para piyasalarında daha elverişli şartlarda ve daha düşük faizlerle borç bulmayı başardı.
Ama bu durumun bir ters etkisi de olacaktı. Kurulan ayrıntılı ve etkin denetim sayesinde artık net fon akımlarının yönü değişmiş ve yüksek oranlarda artı-değer Osmanlı ekonomisine kazandırılmak yerine kesintisiz biçimde Avrupa’ya aktarılmaya başlanmıştı.
Düyun-u Umumiye İdaresi görünürde Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kurumu, gerçekte ise hükümet yerine yalnızca alacaklılara karşı sorumluğu bulunan bir yapılanmaydı.
Ve bu pimi çekilmiş el bombası patlayacak ve Osmanlı Devleti'nin batışını hazırlayacaktır.

Vefatı

31 Mart ayaklanmasıyla tahttan indirilmesi kararlaştırılan II. Abdülhamid, 3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulmuş, 1912 senesinde Beylerbeyi Sarayı'na getirilmiştir. Bundan 6 sene sonra 10 Şubat 1918 yılında İstanbuş’da vefat eden II. Abdülhamid, Divanyolu’nda bulunan Sultan II. Mahmut Türbesi'nde defnedilmiştir.

Ziraat Bankası ve II.Abdülhamid


 Menafi Sandıkları'nın ihtiyaca cevap vermediği, esasen idari yönden revizyon gerektiği ve kaynaklarının sınırlı olduğu gerçekleri de eklenince, mevcut örgütlenmenin bir banka şeklinde organize edilmesi fikir ve eğilimi olgunlaşmış, II. Abdülhamit nezdinde de bu konu üzerinde ciddiyetle düşünülmüştür. Sadrazam Kamil Paşa'nın Bakanlar Kurulu ve II. Abdülhamit'e sunduğu mazbatada Menafi Sandıkları'nın artık fonksiyonlarını yerine getirememeleri sebebiyle kaldırılarak bunların yerine Ziraat Bankası kurulması gerekliliği kaleme alınmıştır. Söz konusu mazbatanın II. Abdülhamit'in olur ve onayıyla yürürlüğe girmesiyle 15 Ağustos 1888'de Menafi Sandıkları'nın yerine işlevlerini üstlenecek modern finans kuruluşu olarak Ziraat Bankası resmen kurulmuş, o tarihte faaliyette bulunan Menafi Sandıkları da banka şubelerine dönüştürülerek faaliyete başlamıştır. O güne kadar Menafi Sandıkları'nın mali kaynağını oluşturan menafi hisseleri bankaya devredilmiş ve bundan sonraki hisseler de bankanın sermayesine tahsis edilmiştir. Bu adımla birlikte, teşkilatlı tarımsal kredi tarihimizde yeni bir dönem başlamıştır.  Kaynak: https://www.ziraatbank.com.tr/tr/bankamiz/hakkimizda/bankamiz-tarihcesi

Fotoğraf Merakı ve Fotoğraf Arşivi

Bilindiği üzere Abdülhamid, kurmuş olduğu devasa gizli servis ağıyla ün salmış bir sultandı. Bu ağın daha etkili bir şekilde işleyebilmesi için kullandığı araçlardan biri fotoğraf oldu. Yıldız sarayı'nda özel bir fotoğraf stüdyosu (neler yoktu ki zaten o sarayda) dahi kurdurduğu da bilinen bir gerçek.
Sultan, 1880'lerde imparatorluğun dört bir yanına fotoğrafçılar gönderir ve 30 bin klişeyi (baskıda kullanılmak üzere, üzerine kabartma resim, şekil vb. çıkarılmış metal levhaya verilen ad. kaynak: tdk) aşan bir koleksiyon oluşturur. Bu resimlerin bir bölümü o dönemin modernleşme çabalarını yansıtma amacı taşımaktadır. İşte demiryolları olsun, batı tarzı mimariyi müjdeleyen binalar olsun. Sultan bu fotoğrafları propaganda aracı olarak görmekteydi. Abdülhamid batı'ya, kendi imparatorluk döneminde gerçekleştirilen toplumsal, bilimsel ve kültürel gelişmeleri göstermek ve batı'nın gözünde medeni bir imaj oluşturmak istemekteydi.
 
 Abdülhamid batı'ya, kendi imparatorluk döneminde gerçekleştirilen toplumsal, bilimsel ve kültürel gelişmeleri göstermek ve batı'nın gözünde medeni bir imaj oluşturmak istemekteydiBursa İdadisi

 Sultan'ın diğer bir hedefi de yabancıların "oryantalist" bakış açılarını gözler önüne seren, Osmanlı'yla alay ettiklerini düşündüğü fotoğrafların manipülatif etkisini kırmaktı. Abdülhamid, 1893 senesinde Washington'da bulunan kongre kütüphanesi'ne (library of congress, söz konusu fotoğraf arşivinin bulunduğu kütüphane) içinde 1800'ün üzerinde fotoğraf bulunan 51 adet deri ciltli albüm gönderir. Bir sonraki yıl da british museum'a albüm göndermeye karar verir. Söz konusu fotoğraflar, içlerinde Sultan'ın resmî fotoğrafçıları olan Ermeni Abdullah kardeşlerin de yer aldığı yedi fotoğraf atölyesinin katılımıyla derlenmiştir.

  Söz konusu fotoğraflar, içlerinde Sultan'ın resmî fotoğrafçıları olan Ermeni Abdullah kardeşlerin de yer aldığı yedi fotoğraf atölyesinin katılımıyla derlenmiştir 
 Kız öğrencilerin başlarının açık olması ilginç bir ayrıntı olarak duruyor.


Fotoğrafların başlıca temaları ise manzaralar ve anıtlar ile eğitim ve sanayi alanlarında ulaşılan ilerlemelerdir. François georgeon(Fransız tarihçi) en iyi tasvir edilenin ise eğitim olduğunu belirtiyor: yeni inşa edilen okul binaları, kızların da aralarında bulunduğu üniformalı öğrenciler vs.
Maalesef bu albümler yukarıda bahsi geçen kurumların raflarına öyle resmi bir törenle girememiş. Georgeon, bunların arka kapıdan içeri alındıklarını ve tarihçiler tarafından ancak yüz yıl kadar sonrakeşfedildiğini belirtiyor.
Kaynak: François Georgeon, Abdülhamid İİ Le Sultan Calife (1876-1909), 2003.
İlgili fotoğrafların bir bölümünü aşağıdaki linkten görebilirsiniz
http://www.loc.gov/pictures/search/?co=ahii&st=gallery


Sultan Abdülhamid ve Siyonizm


Aktaran Kaynak: Orhan Osmanoğlu
 
Aktaran Kaynak: Orhan Osmanoğlu

Abdülhamit Siyonistler için "Teklifleri devletin Düyun-u umumiyesini (genel borçlarını) kâmilen deruhte (tümüyle üstlenmek) etmek idi. Güzel bir şey. Zira Düyun-u Umumiye bir gün gelip de borçlarımızı ödeyemezsek devletin maliyesini murakabeye (denetime) almak gibi bir tehlike mevcuttur" demişti.1
Abdülhamit, tahttan indirilişinin ikinci yılında (1911) doktoru Atıf Hüseyin'e "Eminim zamanla (Yahudiler) Filistin'de kendi devletlerini kurmayı başaracaklardır"sözüyle gidişatın nereye varacağını görmüştür.2"

Kaynak: http://www.salom.com.tr/haber-102963-sultan_ii_abdulhamit_ve__theodor_herzl.html. 10.09.2018 21.39
SON SULTANIN YAHUDİLERE KUDÜS YASAĞININ BELGESİ
Sultan Abdülhamid Han zamanında Kudüs’e gelecek Museviler mülk edime yasağı, ve kalma süreçleri bir ay geçmemesi . 1892


Konuyu direkt Yahudi kaynağından aktarıyorum ki Son Sultanın kıymetini iyi bilelim.Zira fazilet odur ki düşman dahi tasdik etsin.
"Herzl, bu amaçla(siyonizmi kurmak,yayınlayanın notu ) din adamları, devlet başkanları ve imparatorlarla görüştü. Bölgenin 1517 yılından beri Osmanlı yönetiminde olması dolayısıyla çözümün anahtarını elinde bulunduran Sultan Abdülhamit bu devlet adamlarının en önemlisiydi.
Devir çok uluslu imparatorlukların devri olduğundan bu talebin o rejimle yönetilen devletler nezdinde özel bir direnç yaratmadığını not etmek gerekir.
Herzl'in geneldeki ve özellikle Sultan Abdülhamit'le olan temasları konusundaki temel kaynaklardan biri onun hatıratıdır.
Yabancı dilde kaynaklara erişimi olmayanlar Ergun Göze'nin 'Siyonizmin Kurucusu Theodor Herzl'in Hatıraları ve Sultan Abdülhamid' (1995), Vahdettin Engin'in 'Pazarlık' (2010) ve Prof. Dr. Mim Kemal Öke'nin Herzl'den Yahudi Türkolog Arminius Vambery bağlamında bahsettiği 'Saraydaki Casus' (1991) isimli eserlerini okuyabilir.
Görsel ve yazılı medyamızda Herzl: Bir kronoloji
(.......)
28 Mart 1896 - Herzl, Viyana'da, Sultan Abdülhamit için çalışan ve onunla iyi ilişkileri olan Polonyalı asilzade Philip Michael Ritter von Newlinski ile tanıştı.
18 Haziran 1896 - Herzl, Kont Newlinski ile beraber ve onun aracılığıyla Sultan Abdülhamit'le görüşmek ümidiyle İstanbul'a geldi.
19 Haziran 1896 - Newlinski Herzl'e Sultan Abdülhamit'in kendisiyle görüşemeyeceğini ve Osmanlı'nın dış borçlarını üstlenmesi karşılığında Filistin'e Yahudi göçüyle toprak verilmesi konusundaki isteklerini kabul edemeyeceğini iletti.
Herzl, anılarında Abdülhamit'in Newlinski eliyle ilettiği mesajı paylaşıyor: "Eğer Sayın Herzl sizinle benimle olduğunuz kadar dostsa ona bu konuda başka girişimde bulunmamasını telkin ediniz. Bir adımlık toprak bile satamam, zira bu topraklar bana değil, milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu savaşarak ve kanıyla sulayarak kazandı. Bizden ancak kanla koparılabilir... Yahudiler milyarlarını saklasınlar. İmparatorluk bölüşüldüğünde Filistin'i bedavaya alabilirler. Ancak cesedimiz paylaşılabilir canlıyken parça koparılmasını kabul etmeyeceğim."
Herzl, anılarında, bu söylem karşısındaki hissiyatını şöyle ifade ediyor: "Sultanın samimî ve yüce sözleri beni duygulandırdı ve sarstı. Bütün ümitlerimi söndürmesine rağmen ölümü ve parçalanmayı tahmin eden ama buna rağmen son nefesine kadar pasifçe de olsa mücadele etmeye kararlı kaderciliğinde trajik bir güzellik vardı..."
Pekiyi, sonrasında ne oldu?
23 Haziran 1896 - Herzl gazeteci kimliğiyle Sadrazam Halil Rifat Paşa ile yaptığı mülakatta Filistin'de Yahudiler için toprak konusunu açtı.
27 veya 28 Haziran 1896 (16 Muharrem 1314) - Saray Herzl'e Üçüncü DerecedenMecidiye Nişanı verilmesine karar verdi!
29 Haziran 1896 - Newlinski Mecidiye Nişanı'nı Herzl'e takdim etti.
Neticede, huzura kabul edilmeyen Herzl'in apar topar gittiği söylenemez.
Eylül 1898 - Herzl - Osmanlı lobicisi/İngiliz ajanı Macar asıllı Yahudi Türkolog Arminius Vambery mektuplaşması.
16 Ekim 1898 - Herzl, Almanya İmparatoru II. Kaiser Wilhelm karşılaşabilmek için İstanbul üzerinden Filistin'e doğru yola çıktı.
18 Ekim 1898 - Herzl, İstanbul'da Alman İmparatoruna Yıldız Sarayında tahsis edilen köşkte, kendisiyle yüz yüze görüştü ve Yahudilerin Filistin'e yerleştirilmesi gereğini anlattı. İmparator Herzl'e, "Bana tek kelimeyle Sultan'dan neyi istemem gerektiğini söyle" dedi. Herzl'in cevabı, "Bir arazi şirketi, Alman himayesi altında bir arazi şirketi" oldu.
29 Ekim 1898 - Herzl, Kudüs'e gitmekte olan Alman İmparatorunu yolu üzerindeki ziraat okulu Mikveh İsrael'de bando mızıkalı törenle karşılattı.
1 Nisan 1899 - Herzl ile Abdülhamit arasındaki teması sağlayan Newlinski İstanbul'da öldü.
16 Haziran 1900 - Herzl Newlinski'den boşalan yeri Abdülhamit'in Avrupa'daki lobicisi Vambery ile doldurmak için Vambery'yi Güney Tiroller'deki Mülbach kentinde ziyaret etti.
18 Eylül 1900 - Herzl Vambery'yi Macaristan'daki Peşte'de ziyaret etti. Vambery ona Abdülhamit'in kendisini 1901 Mayıs'ında huzura kabul edeceğinin sözünü verdi.
13 Mayıs 1901- Herzl İstanbul'a geldi.
17 Mayıs 1901- Herzl Abdülhamit'in huzuruna çıktı.
(....) Abdülhamit zulüm gören Yahudilerin iltica edebilmeleri için imparatorluğun bütün sınırlarını Yahudilere açık tuttuğunu söyledi. Bu da Sultan'ın 1896 yılındaki meşhur tutum beyanının aralarındaki dostluğu zedelemediğine işaret ediyor.
18 veya 19 Mayıs 1901 (29 Muharrem 1319) - Saray Herzl'e Birinci Dereceden Mecidiye Nişanı verilmesine karar verdi! (5 sene arayla verilen ikinci nişan)
21 Mayıs 1901 - Herzl İstanbul'dan ayrıldı ve günlüğüne Abdülhamit'e ilişkin şu notu düştü: "Sultan'ın benim üzerimde bıraktığı intiba onun zayıf, gevşek fakat tamamen iyi bir insan olduğudur. Onun korkunçluğuna da inanmıyorum, sinsiliğine de. Onu daha çok soyguncular ve reziller, dejenerelerden müteşekkil bir çemberin içinde derinden bedbaht bir mahpus gibi görmekteyim. Bu çevredir ki her türlü rezilliği yapmakta ve onun namına yapmış gözükmektedir. ...Yıldız Sarayı kliği tam bir mücrimler çetesidir. İcra ettikleri her cürümden sonra şuraya buraya dağılıyorlar ve sanki her şey hükümdar adına yapılmış gibi hiç kimse mesul olmuyor."
Kasım 1901 - Herzl Abdülhamit'e hediye edilmek üzere ilk Eski Türkçe harfli daktiloyu imal ettirdi.
26 Aralık 1901 - İsviçre'nin Basel kentinde 5. Siyonist Kongre başladı. Ergun Göze'nin kitabının 320. sayfasında 1902 yılının ocak ayındaki Kongre'den Sultan Abdülhamit'e bağlılık telgrafı gönderildiği, Herzl'in başkan sıfatıyla çektiği telgrafa Sultan'ın teşekkür ettiği ve bunun Herzl'in Kongre nezdindeki durumunu kuvvetlendirdiği kayıtlı.
5 Şubat 1902 - Herzl'e acilen İstanbul'a gelmesi için telgraf çekildi.
15 Şubat 1902 - Herzl dördüncü kez İstanbul'a geldi.
19 Şubat 1902 - Saray, Yahudilerin Anadolu, Suriye ve Mezopotamya dahil ancak Filistin hariç her yerde yerleşim faaliyetinde bulunabileceğini ifade etti.
Neticede Herzl, Yahudilerin Filistin'e yerleştirilmesini gözetecek ve Osmanlı adına madenleri işletip borçlarını üstlenecek bir Osmanlı-Yahudi şirketinin kurulması konusundaki teklifini kabul ettiremeden İstanbul'dan ayrıldı.
3 Mayıs 1902 - Herzl, Abdülhamit'e Kudüs'te bir İbrani Üniversitesinin kurulmasını önerdi. Böylece Osmanlı talebelerinin tahsilleri için yurt dışına gitmeleri gerekmeyecekti. (Bu üniversite 1918 yılında kurulacaktı. Hayfa kentindeki Teknik üniversitenin kuruluşu ise Osmanlı idaresinde 1912 yılında gerçekleşecekti)
5 Temmuz 1902 - Londra'daki Türk Büyükelçiliğinden Herzl'e derhal İstanbul'a gitmesi söylendi.
25 Temmuz 1902 - Herzl tekrar, beşinci ve son kez, İstanbul'a geldi.
28 Temmuz 1902 - Herzl Abdülhamit'e verdiği raporda Osmanlı borçlarının yapılandırılmasına yönelik 30 milyon Sterlinlik bir anlaşma karşılığında (Sultan'ın en başta önerdiği) Mezopotamya ve Filistin'in bir parçasında iskân (yerleşme) izni veya ayrıcalığı talep etti.
2 Ağustos 1902 - Tecrübeli siyasetçi Abdülhamit Herzl'i Fransızlarla yürüttüğü pazarlıklarda bir koz gibi kullandı.
Neticede, Fransa Maliye Bakanı Maurice Rouvier Abdülhamit'e uygun şartlarla anlaşmaya varınca Herzl'in girişimleri boşa çıkmış oldu.

Hakkında Bestelenen Eserler


Hamidiye Alayları ve Gayrinizami Harp

Aziz ÜSTEL
austel@stargazete.com
Gayrinizami savaş ve Abdülhamid Han
01 Ağustos 2018 Çarşamba
Ne kadar  alıştırılmışız  Abdülhamid Han'ı kanlı katil  olartak hatırlamaya ve anlatmaya ki, onun en büyük ve en önemli padişahlardan  biri olduğunu söyleyen herkese o saat  "yobaz" damgasını vuruyoruz. Abdülhamid II. Han 'ın Osmanlı Devletine katkıları saymakla bitmez. Bunların yobazlıkla değil devrimcilikle ilgisi vardır. Tıbbiyeyi kurmaktan tutun elektriği telefonu İstanbul'a getirmeye kadar bir çok yenilikte onun imzası vardır...
Kürt ayrılıkçı hareketinden önce , "Şark vilayetlerine sıçrayan  Ermeni bağımsızlık hareketi, özellikle Rusya ve Fransa'nın yardımlarıyla devlet için büyük bir tehlikeye dönüşmüştü.  Doğu Anadolu'daki Ermeni gençler "kafileler halinde, ellerini kollarını sallaya sallaya Iğdır üzerinden Erivan'a geçiyor gerilla eğitimi alıp geri dönüyorlardı. Bölgede terör ve tedhiş hareketleri tavan yapmıştı."
Derken 13 Haziran 1878'de Berlin Konferansında Ermeni bağımsızlığıyla ilgili bir tasarı sunuldu ve kabul gördü. Bunun üzerinde Osmanlı topraklarında Ermeni katliamı ve terör eylemleri  hızlandı.  Hıncak ve Taşnak örgütleri düzenli orduya dönüşmüş, Rusların doğu illerini işgal hazırlıkları tamamlanmak üzereydi.  Bunun üzerine Abdülhamid Han "Hamidiye Alaylarınıkurdu!  Alaylar aşiret yapıları esas alınarak oluşturuldu; her alayın başına aşiret reisleri belli bir maaş, rütbe ve nişanlarla getiriliyordu. Alaya dönüştürülen aşiretler vergiden muaf tutuluyor işledikleri suçlarla ilgili kovuşturma ve soruşturma yetkisi yerel mahkemelerden alınıp orduya veriliyordu. 
Daha sonraları rahmetli Turgut Özal zamanında oluşturulan köy korucuları, Hamidiye alaylarını örnek almıştı. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra 1910 yılında bu alayların adı değiştirildi , İttihadcılar bunlara "Aşiret Suvari Alayları"  adını verdi.
Alaylar padişahın istekleri doğrultusunda İngilizlerin bulduğu ama o güne kadar doğru dürüst uygulamadığı "unconvential warfare yani gayrinizami savaş ilkelerine göre kurulmuştu.  Padişahın emriyle Şakir ve Zeki Paşalar, Şakir Paşa'nın Anadolu Genel Müfettişi olarak Doğu Anadolu'yu karış karış  gezerek düzenlediği raporlar doğrultusunda, Hamidiye Alaylarını 7 ayrı tümene ayırdı. Abdülhamid Han alayların İran ve özelikle Rusya'dan gelecek tehlikeleri tez elden yok etmesi için de örgütlenmelerini hedeflemişti. A.S.Alayları Rusların işgal girişimlerini geciktirmelerinme neden oldu.

Eğitim hamlesi

Bilinenin aksine, Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi, #abdulhamid dönemine rastlar. Sevan Nişanyan’ın hesaplamalarına göre Türkiye, Abdülhamid dönemiyle kıyaslanabilecek bir okullaşma düzeyine yeniden ancak 1950’li yıllarda ulaşabilmiştir. Mesela 1895’te TC sınırlarına tekabül eden bölgede bine yakın (835) ortaokul ve lise bulunuyorken 1923’te bu sayı 95’e düşmüştür. 1895’teki yüz bine yakın öğrenci sayısı (97.837), 1950-51 sezonunda aşağı yukarı aynı seviyede seyretmektedir (90.356). Öncesiyle kıyasladığımızda Abdülhamid dönemindeki eğitim patlaması daha görünür hale gelir. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüşdiye sayısı 1909’da 900’e, 6 olan idadi sayısı 109’a çıkmıştır. 1877’de İstanbul’da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905’te 9 bine çıkmıştı. Her yıl ortalama 400 ilkokul açılmıştır ki, bu, Cumhuriyet döneminde bile kırılamamış bir rekordur.

Hazırlattığı Petrol Haritaları



Nakleden Kaynak: Orhan Osmanoğlu

Siyaset Çeşmesi'ni Kaldırtıp Hamidiye Çesmesi'ni Yaptırtması




Osmanlı'da  idam cezalarını sarayda  infaz etme geleneği ,XV. yüzyıldan 1826 tarihine kadar devam etmiştir. Siyaseten öldürülmeleri gereken kişiler veya Dîvân-ı Hümâyun'da yargılanıp da, idama mahkûm olanların infazı, Topkapı Sarayı'nın birinci kapısı Bâb-ı Hümâyunla ikinci kapısı Bâbusselâm arasında bulunan "Cellât Çeşmesi/Siyaset Çeşmesi" önünde yapılırdı. Mahkûm Cellât Çeşmesi'nin önüne getirilir ve çeşmenin önündeki taşın üzerine başı konularak bostancıbaşının nezaretinde, cellâtbaşının kılıç darbesiyle idam edilirdi. İnfaz gerçekleştikten sonra cellâtlar, kanlı palalarını veya satırlarını bu çeşmede yıkadıkları için çeşmeye Cellât Çeşmesi denmişti. Bir rivayete göre siyâsî mahkûmların infazının burada olması, bir başka rivayete göre de, siyaset ve idam yetkisinin tek bir kişinin yani padişahın elinde toplanması sebebiyle bu çeşmeye
Siyâset Çeşmesi de denilmektedir. Bir dönem cellâtlara da "meydân-ı siyâset ustası" denilmiştir. Cellât Çeşmesi,
Alman İmparatoru II. Wilhelm'in
İstanbul'u 1892 yılında ziyareti esnasında saray ve avlu düzenlemesi sebebiyle Sultan II. Abdülhamid'in emriyle sökülerek Bâb-ı Hümâyun'un içine taşınmış; yerine başka bir yerden getirilen Hamidiye Çeşmesi monte edilmiştir.
Kaynak:Dr.Küçük,Mustafa.DİVÂN-I HÜMÂYÛN ŞİKÂYET DEFTERLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ,BOA
 DİVÂN-I HÜMÂYÛN ŞİKÂYET DEFTERLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ,BOA

Eserleri Yafa Saat Kulesi

Sultan Abdülhamid Han tarafından yaptırılmış ... Yafa saat kulesi
Fotoğraftaki Şehzade Orhan Osmanoğlu .

 Foto: Orhan Osmanoğlu

Eserleri Elaziz Vilayet Konağı

1894 tarihinde yapımı tamamlanan ve günümüzde Elazığ Vilayet Konağı olarak kullanılan binanın bitmesi münasebetiyle üst katında düzenlenen yemek sofrası


1894 tarihinde yapımı tamamlanan ve günümüzde Elazığ Vilayet Konağı olarak kullanılan binanın bitmesi münasebetiyle üst katında düzenlenen yemek sofrası. Tavanda yer alan kubbenin günümüzde olmayışı dikkat çekmektedir.
Binanın açılışı Sultan II. Abdülhamit’in cülusu yıldönümüne denk getirilmiş. Binanın ve ziyafet sofrasının resimleri sultana gönderilmiş ancak ne binayı ne de sofrayı beğenmemiş. Sebebini de şöyle açıklamış; “ Mamurat'ül Aziz, ecnebi taifesinin çokça ziyaret ettiği bir vilayettir, o bakımdan yare ve ağyara (dosta düşmana) karşı daha gösterişli bir Hükümet Konağı yapılabilirdi” demiştir.
Diğer taraftan beğenmediğinden olsa gerek, konağın yapımının masraflarının bir kısmının karşılanabilmesi için etrafında inşa edilen dükkanlardan oluşan çarşıya da “Hamidiye Çarşısı” isminin verilmesini de II. Abdülhamit kabul etmemiştir.
Fotoğraftaki Osmanlıca metnin çözümü:
"Mebde-i saadet-i mülk-i Devlet olan cülus-u hümayun meymenet (uğurlu) makrun hazret-i şeyhinşahi leyle-i mesudesinde (Padişahın tahta oturduğu tarihin yıldönümü gecesi) Mamurat'ül Aziz vilayeti merkezinde müceddeden (yeniden) inşa olunan Hükümet Konağının nam-ı meali ittişam- ı cenab-ı tacdariye olarak memurin-i mülkiye ve askeriye ve muteberan -ı ulema-yı beldeye keşide kılınan ziyafet salonunu irae eder resimdir."

Yıldız Sarayı

SULTAN II. ABDÜLHAMİD ZAMANINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN PROJELER

II. Abdülhamid tahtta olduğu dönemde bir çok proje gerçekleştirmiştir. Bunlardan bazıları şu şekildedir;
- İlk kız okulları II. Abdülhamid döneminde açılmıştır.
- Tahta çıktığı sene 250 olan rüştiye sayısı 1909'da 900'e, 6 olan idadi sayısı 109'a çıkarmıştır.
- 1877 senesinde İstanbul’da bulunan modern ilkokul 1905 senesine gelindiğinde 9 bine ulaşmıştır.
- II. Abdülhamid, Abdüllatif Suphi Paşa'nın ilk defa bir kız sanat okulu açma projesine açıkça destek vermiştir.
- Sirkeci ve Haydarpaşa garları II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır.
- Hicaz Demiryolu II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır. Bu projeyle alakalı yapılan her şey yerli girişim ile olmuştur.
- 1877 yılında Posta Telgraf Teşkilatı bir bakanlık haline getirildi ve 1900 senesinde PTT’de ilk defa bir ‘havale kalemi’ devreye girmiştir.
- 1901 senesinde Şehir Postaları kurulmuştur.
- 1876 senesinde Avrupa’da kullanılmaya başlanan telefon, 1881 senesinde Türkiye’ye getirilmiş ve sınırlı sayıda olsa da kullanıma sunulmuştur.
- 1899 senesinde günümüzde hala faaliyette olan Şişli Etfal Hastanesi II. Abdülhamid tarafından kurulmuştur.
- II. Abdülhamid 25 Mart 1906 tarihli fermanı ile Okmeydanı'nda bulunan Darülaceze'nin kurulmasını sağlamıştır.

Eserleri Hadımköy Askerî Hastahanesi



Sultan 2'nci Abdülhamid tarafından 1891 yılında Hadımköy Hastane Mahallesi'ne yaptırılan ve askeri hastane olarak hizmete açılan yapı, Balkan ve Çanakkale savaşlarında önemli yer tuttu. 1985 yılına kadar askeri hastane olarak hizmet veren tarihi yapı, daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 2012 yılına kadar kışla olarak kullanıldı. 2012'den sonra kaderine terk edilen tarihi hastane binası bir dönem evsizlerin ve madde bağımlılarının meskeni oldu. Basında çıkan haberler üzerine çevresinde bir süre güvenlik önlemi alınan yapı şimdilerde yağmacıların hedefi oldu
İstanbul Hadımköy'de bulunan ve bakımsızlık ve ilgisizlikten harabeye dönen Sultan 2'nci Abdülhamid'in mirası şimdi de hırsızların yeni hedefi oldu. Hırsızlar, 127 yıllık tarihi binanın çalınmadık eşyasını bırakmadı.
Sultan 2'nci Abdülhamid tarafından 1891 yılında Hadımköy Hastane Mahallesi'ne yaptırılan ve askeri hastane olarak hizmete açılan yapı, Balkan ve Çanakkale savaşlarında önemli yer tuttu. 1985 yılına kadar askeri hastane olarak hizmet veren tarihi yapı, daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 2012 yılına kadar kışla olarak kullanıldı. 2012'den sonra kaderine terk edilen tarihi hastane binası bir dönem evsizlerin ve madde bağımlılarının meskeni oldu. Basında çıkan haberler üzerine çevresinde bir süre güvenlik önlemi alınan yapı şimdilerde yağmacıların hedefi oldu.
MADDE BAĞIMLILARI VE EVSİZLER KALIYOR
Hastane Mahallesi Muhtarı Onur Fırıncı, "İçeride iğne kadar bir şey kalmadı. Kabloları, demir boruları, petekleri söktüler, camları kırdılar. Kazanlar vardı, o kazanları çaldılar. Yemekhane'de sökülebilecek ne varsa hepsini söküp yağmaladılar. Şu an geldiğimiz noktada taş üstünde taş yok, her tarafı yağmalanmış durumda. Şuan burası kapısı açık, herkesin rahatlıkla girip çıktığı bir yer oldu. Halen içeride madde bağımlıları ve evsizler kalıyor. En vahim olan da burada bir okul var. Tüm bunlar okulun yanı başında oluyor" dedi.
Bir dönem hastanede tedavi gördüğünü ve yıllar sonra İstanbul'a geldiğinde 15 gün yattığı hastaneyi ziyaret etmek için hastaneye geldiğini söyleyen Rezan Karabulut gördüğü manzara karşısında şaşkın. Büyük bir üzüntü duyduğunu belirten Karabulut, "Çocukluğum Hadımköy'de geçti. Babam astsubaydı, ben küçükken hastalandığımda burada 15 gün kaldım. Bahçesi ile inanılmaz bir yerdi. Şimdi burayı böyle görmek çok üzdü beni. Şu an içeri girmeye korkuyorum. 15 gün boyunca yattığım odayı görmeye geldim ama içeri girmeye çekiniyorum. Böylesi bir eserin bu şekilde kaderine terk edilmesi çok üzücü gerçekten" şeklinde konuştu.
Bir başka vatandaş da, "Burayı böyle gördüğümüzde üzülüyoruz. Bir zamanlar askerlerin kullandığı binayı en azından emniyetini alır diye düşünüyordum ama yanıldım. Şuan çok kötü bir halde burası. Duvarlara yazılar yazılmış, eskiye dair bir eseri böyle görmek beni çok üzdü" ifadelerini kullandı.

Eserleri Alman Çeşmesi

Sultanahmed'de Alman Çeşmesinin açılış töreni (1901)

 Sultanahmed'de Alman Çeşmesinin açılış töreni (1901).

Eserleri Yıldız Hamidiye Camii






Sultan 2. Abdülhamit tarafından 1885'te mimar Nikolaidis Jelpuylo'ya yaptırılan Yıldız Hamidiye Camisi, restorasyon çalışmalarının ardından yarın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın katılımıyla cuma namazıyla ibadete açılacak.
İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürü Mürsel Sarı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2013 yılı Haziran ayında başlayan restorasyon çalışmalarının tamamlandığını ve caminin açılışa hazır hale getirildiğini söyledi.
Caminin çok özel mimari özellikler taşıdığını vurgulayan Mürsel Sarı, şu bilgileri verdi: "Restorasyon çalışmaları 2 kapsamda yürütüldü. Birinci kısım caminin, ana binanın onarılmasıydı. İkinci kısım da çevre düzenlemesiydi. Birinci kısımda yaklaşık 16 milyon lira civarında bir harcama yapıldı. Çevre düzenlemesi için de 11 milyon lira civarında bir harcama, toplamda 27 milyon liralık bir imalat gerçekleştirildi. Bu kapsamda tepeden tırnağa cami elden geçirildi. Öncelikle ahşap kubbenin kurşunları açıldı, onlar yenilendikten sonra dış duvarlar, dış etkenlerden oluşan kirler, paslardan arındırıldı.
Sağlamlaştırmayla ilgili drenajlar yapıldı. Caminin içine geldiğimizde görüldüğü üzere çok zengin süslemeler var. Yıldız motifleri olan bir eser bu. Bunların hepsi temizlendi.
Kalem işleri açısından da çok zengin. Burada karma bir üslup var. Selçuklu izleri de görülmekte, Osmanlı ve 1885'lerde yapıldığını düşünecek olursak barok üslup da etken olmaya başlamış mimaride. Dolayısıyla buradaki kalem işlerinin raspa yöntemiyle orijinallerine ulaşıldı. Onlarda iyileştirmeler yapıldı.
Yine ısıtma, soğutma sistemleri, tümü elden geçirilerek daha uzun yıllar ibadet edilir mekan haline getirilmeye çalışıldı." Caminin orta mekanında bulunan avizenin çok değerli olduğuna dikkati çeken Sarı, "Avizenin Alman İmparatoru 2. Wilhelm tarafından camiye hediye edildiğini biliyoruz. Bunun da zaman içinde kısmi arızaları vardı. Onlar da yenilenerek temizlendi ve yerine asıldı. Gerçekten o da çok değerli ve önemli bir parça." diye konuştu. #tarih #osmanlı #hamidiyeyıldız #sultanabdülhamid
   
 
Sultan 2

Abdülhamid Han Marşları





2. Abdülhamid tarafından birçok müzisyene yaptırılan devlet marşları Hollanda'da ortaya çıktı. 1876 yılına ait olan albümün Abdülhamit'in Romanya Kraliçesi Elizabeth'e hediye ettiği belirtildi..
Osmanlı Padişahı 2.Abdülhamid'e ait müzik albümü ilk kez, Hollanda'da gün yüzüne çıktı. Türk ve Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Dr. Mehmet Tütüncü tarafından Hollanda'daki müzayededen satın alınan 1876 tarihli albümde, 2. Abdülhamid tarafından çeşitli müzisyenlere yaptırılan devlet marşlarının besteleri yeralıyor.
Albümün varlığını ortaya çıkartan Dr. Tütüncü, müzayedede rastladığı eserin içeriği hakkında şunları söyledi: "Albümün muhtevasından saraydan çıkma ve Sultan 2. Abdülhamid'e ait eserle karşı karşıya olduğumu anlayınca, Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Abdullah Altay ile istişare ederek satın almaya karar verdim. Koleksiyonu oluşturan eserlerden hepsi 1876 yılına ait. Bu tarihte Osmanlı tahtından 3 sultan geçti. Sultan Abdülaziz öldürülünce, Sultan 5. Murad tahta geçti ancak 3 ay sonra ruh sağlığı yerinde olmadığından yerine 2. Abdülhamid getirildi. Osmanlı'da tahta geçen her hükümdar, kendisine özel marş besteletiyor ve bu marşlar, devlet marşı kabul ediliyordu. Ortaya çıkan albüm 1876 yılındaki 3 padişah için bestelenen marşlar.
Albümde yer alan eserlerin bir kısmının ilk Müslüman nota basımcısı Hacı Emin Efendi'ye ait olduğunu dile getiren Dr.Tütüncü şöyle devam etti:
HİZMETKÂRINA VERMİŞ
"Albümü satan firmayla yaptığım görüşmede, eserin 2. Abdülhamid tarafından Carmen Sylvia adıyla bilinen Romanya Kraliçesi Elizabeth'e hediye edildiğini öğrendim. Kraliçe de söz konusu albümü, hizmetkarı olan Euphrosine de Gradisteano'ya hediye etmiş. Belçikalı bir asilzade ile evlenen Gardisteano'nun ölümünden sonra albüm, 100 yıl aile içinde kaldıktan sonra, bu yıl müzayedede satışa sunuldu. Albümü İstanbul'a getirip tanıtacağız."
142 yıl sonra ortaya çıkan bilinmeyen albümü inceleyen Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Piyanist-Müzikolog Doç.Dr.Evren Kutlay da, "Koleksiyonu oluşturan eserlerden hepsi 1876 yılına ait. Üzerinde tarih yazmamış olsa da seçkinin 1876 yılındaki tarihsel olayları anlatan bir müzikal olduğunu anlardık. Ortaya çıkan bu albüm Sultan 2.Abdülhamid'in ruh halinin ve devrinin mmüzikal yansıması olarak düşünülebilir" dedi.
Kaynak:
http://m.haber7.com/amphtml/guncel/haber/2718840-abdulhamidin-hediye-ettigi-album-bulundu 24.09.2018 22:05

Dünyada Abdülhamid Han Sevgisi

Sri Lankanın başkenti Colombo da bir sokağa Sultan Abdülhamidin adı verilmiş.
 Sri Lankanın başkenti Colombo da bir sokağa Sultan Abdülhamidin adı verilmiş

Özlü Sözleri



 

MUKADDES BELDELERE HİZMETLERİ

II. Abdülhamit 1908 yılında elektrikli ampülü ilk olarak Mescid-i Nebevî'ye döşetmiş, kendi sarayından önce ışıklandırmıştır..



 Abdülhamit 1908 yılında elektrikli ampülü ilk olarak Mescid-i Nebevî'ye döşetmiş, kendi sarayından önce ışıklandırmıştır

16 Ağustos 2019 Cuma

Hz.Peygamber Sevgisi

"Ey demiryolu işçileri Medineyi Münevvereye giriyorsunuz

"
Ey demiryolu işçileri Medineyi Münevvereye giriyorsunuz. Raylara keçe sarın ki Efendimizin ruhu incinmesin."

Fotoğraflarda Kalan Son Efsane






Sultan Abdülhamid 33 yıllık saltanatına Eyüp Sultanda kılıç kuşanarak böyle başlamıştı

Sultan Abdülhamid 33 yıllık saltanatına Eyüp Sultanda kılıç kuşanarak böyle başlamıştı.

Sultan Abdülhamid 33 yıllık saltanatına Eyüp Sultanda kılıç kuşanarak böyle başlamıştı
















Aile Hayatı

Hanımıyla ilişkileri

ÇORAPLARINI EŞİNE GİYDİRTMEKTEN SAKINIRDIAbdülhamid Han çok hastaydı

ÇORAPLARINI EŞİNE GİYDİRTMEKTEN SAKINIRDI
Abdülhamid Han çok hastaydı. Çoraklarını giyecek mecali yoktu. Bunun farkına varan Müşfika Kadınefendi padişahın yanına gider ve çoraplarını giydirmek ister.
Abdülhamid Han bu durumdan çok mahçup olur ve "Bir kadının kocasına karşı olan hakları büyüktür. Kadınım bu hizmetine mukabil hakkını helal et" der.
Bu sefer de Müşfika Kadınefendi mahçup olur. Padişah beş kez hakkını helal et demesi üzerine ettiğini söyler.

 Padişah beş kez hakkını helal et demesi üzerine ettiğini söyler



Sale Kasrı yeni daire yemek salonu,

Sale Kasrı yeni daire yemek salonu

Kaynak: Takvim gazetesi

İkinci Abdülhamit Döneminde Paşalığa Kadar Yükselen Kabadayı: Arap Abdullah

ikinci abdülhamit devrinin namlı aksaray kabadayılarından olup, sonradan paşalığa dek yükselmiş, hayatı filmlere ve romanlara konu olmuş ol...