Sultan Abdülhamid Dönemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sultan Abdülhamid Dönemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2019 Perşembe

Sultan ve Aleviler

1894'te O vakit Elazize bağlı olan Malatya'ya bağlı Akçadağ kasabasının Alevi köylerinden olan Dumuklu da vergi meselesinden dolayı elim bir olay olarak Dumuklu Hadisesi yaşanmıştır.
Sultan, Dersim de içki içildiğini haber aldığında siz ki seyyitlersiniz sizin bunun önüne geçmeniz gerekir demiş  ve onlara iyi davranmıştır. 



17 Ağustos 2019 Cumartesi

Çerkes Hasan'a İade-i İtibarda Bulunması

 Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen

Vatana ihanet cürmünden idam edilen Çerkes Hasan’a Sultan II.Abdülhamid iade-i itibarda bulunmuş ve mezarının başına şu levhayı astırmıştır: …Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen felaketlerdi...
Hüseyin Avni Paşa, kanlı olaydan bir gece evvel başına gelecekleri hissetmiş olacak ki Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi olan Yüzbaşı Çerkes Hasan’ı tutuklatmış, ancak Hasan ertesi günü Taif’e sürgüne gitmesi şartıyla Redif Paşa tarafından salıverilmişti. 
Çerkes Hasan, Sultan Abdülaziz’in ölümünden sonra iki adet revolve tabancası ve ceketinin içinde taşıdığı kama bıçağıyla serseri bir mayın gibi bilinçsizce ortalıkta dolaşıyordu. Redif Paşa’nın ihtarlarından sonra artık tek seçeneği sürgüne gitmekti; ancak ne ablasına yapılan kötü muameleleri ne de Sultan Abdülaziz’in ölümünü aklından çıkarabiliyordu. O gece sabaha kadar uyuyamadı, günün ilk saatlerinde kararını vererek evden çıktı.
Cibali iskelesine geldi, kayığa binerek Üsküdar’a geçti. Artık aklında tek bir hedef vardı: Sultan Abdülaziz’in ve ablasının başına gelen tüm felaketlerden sorumlu olan Cuntanın başı Hüseyin Avni Paşa’yı öldürmek. Muhafız zabitleri, Çerkes Hasan Paşa’nın konağına geldiğinde ona Paşa’nın Mithat Paşa’nın konağında olduğu söyledi.
Tekrar kayığa atlayan Çerkes Hasan önce Sirkeci’ye oradan da bir kiracı beygiri tutarak Mithat Paşa’nın Beyazıt’ta bulunan konağına doğru gitti. Hasan konağa vardığında zabitlere, Hüseyin Avni Paşa’ya çok önemli haberler içeren bir telgraf getirdiğini bildirdi. Zabitler Paşa’nın kabinesiyle toplantı halinde olduğunu, bitene kadar Hasan’ın salonda beklemesi gerektiğini söylediler.
Hasan, zabitlerin dalgınlığına denk gelen bir anda hızla koşarak sert bir biçimde kapıyı açtı ve kabine odasına girdi. Tam karşısında oturmuş toplantı halindeki Cuntacılardan Şeyhül İslam Hayrullah Efendi ve iki bakan hariç hepsi oradaydı. Sadrazam Mütercim Rüşdi Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, Hariciye Nazırı Raşid Paşa, Maarif Nazırı Cevdet Paşa, Defter-i Hâkanî Nazırı Yusuf Paşa, Şûrây-ı Devlet Reisi Midhat Paşa, Hasan Rıza Paşa, Şerif Hüseyin Paşa, Hâlet Paşa, Sadaret Müsteşarı Said Efendi, Âmedci Mahmud Celaleddin ve Sadaret Mektupçusu Memduh Bey... 
Kabine üyeleri bir anda huzurlarında gördükleri bir eli silahlı bir eli kamalı adam karşısında şaşkınlık yaşayarak konuşmayı bıraktılar. Salonda Çerkes Hasan’ı tanıyan ilk kişi Cuntanın başı Hüseyin Avni Paşa oldu. Paşa kaçmak için ayağa kalktığında Çerkes Hasan elindeki revolve tabancayla Paşa’nın göğsünün ortasına iki el ateş etti. Hüseyin Avni oracıkta yere yığıldı. Bakanlar kaçışmaya başladığında Kaptan-ı Derya Ahmed Paşa, Çerkes Hasan’ın silahının üzerine atıldı, Hasan çevik bir hareketle elindeki kamayı Hasan Paşa’nın kulağına saplayıp kurtuldu. Hasan, Ahmed Paşa’yı atlattığında yere yığılan Hüseyin Avni Paşa’nın can çekiştiğini gördü. Hüseyin Avni Paşa’nın yanına geldi, Hasan, Hüseyin Avni Paşa’yı gücü tükenene kadar defalarca elindeki Kama ile bıçakladı. Hasan ayağa kalktığında, daha ilk kurşun sesiyle bayılmış olan Hariciye (Dışişleri) Nazırı Reşid Paşa’yı da vurdu, Hasan öfkesini alamamış olacak ki ilk kurşunda öldürdüğü Reşid Paşa’nın boğazını elindeki kamayla kesti.
Hasan bu kez salonun içinde yaraladığı Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmed Paşa’yı aramaya koyuldu. Birçok Bakanın can havliyle sığındığı ve çığlık çığlığa yardım istediği küçük odaya yöneldi. Paşalar kapıyı sıkı sıkı tutmuş can havliyle Hasan’ın içeriye girmesini engellemeye çalışıyordu. Bu sırada Mithat Paşa’nın emir eri Ahmet Ağa salona gelerek, kapıyı zorlayan Çerkes Hasan’ın başına ve omzuna iki darbe vurdu. Büyük bir acıyla arkasını dönen Çerkes Hasan elindeki tabancayla Ahmet Ağa’yı karnına sıktığı tek kurşunla yere yığdı. 
Salonun önüne geldiklerinde Hasan’ın kurşunlarının hedefi olan zabitler uzun bir müddet içeri giremedi. Hasan bir yandan kapıyı açıp diğer Cuntacı Paşaları öldürmeye çalışırken bir taraftan da toplantı salonunun önündeki zabitlere ateş açıyordu. Hasan, bu çatışmalarda da üst düzey rütbeye sahip iki subayı öldürdü. Kurşunu bitip de daha fazla çatışamayacağını anlayan Çerkes Hasan zabitlere teslim oldu.
Olay sonrası ikisi Bakan olmak üzere toplam beş kişi öldü. Çerkes Hasan sorgulandığında ölen zabitler için üzgün olduğunu amacının sadece cuntacıları öldürmek olduğunu söyledi. Çerkes Hasan Bab-ı Seraskeri’nin önündeki büyük dut ağacına asılarak vatana ihanet cürmünden idam edilmiştir. Sultan İkinci Abdülhamid tahta çıktığında Çerkes Hasan’ı kahraman ilan ederek iade-i itibarda bulunmuş ve Hasan için Edirnekapı Şehitliğinde bir mezar yaptırarak başına şu levhayı astırmıştır:
…Genç yaşında veliyyünnimeti uğrunda fedâycân eden merhum Çerkes Hasan…
Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen

Modern Sanatlara İlgisi

Sultan,  modern sanatları çok sever ve desteklerdi.
   
Sultan,  modern sanatları çok sever ve desteklerdi
Yıldız Sarayında Tiyatro Grubu Gösterim Yaparken

Fakirlere Yardımları



Şehzadelerle sünnet edilen fakir çocuklar
Şehzadelerle sünnet edilen fakir çocuklar

Çocukları

Mahmud Şevket Efendi
Mahmud Şevket Efendi


Mehmed Burhaneddin Efendi  
Mehmed Burhaneddin Efendi 
Abdülhamid'in tahtan indirilerek öldürülen amcası Sultan Abdülaziz'in çocuklarını kendi çocuklarından ayırmadığının "resmi" bir kanıtı niteliğinde 
Abdülhamid'in tahtan indirilerek öldürülen amcası Sultan Abdülaziz'in çocuklarını kendi çocuklarından ayırmadığının "resmi" bir kanıtı niteliğinde.

 Naile Sultan ve Naime Sultan / Sultan Abdülmecid'in kızı ve 2.Abdülhamid'in kızı
Abdülhamid'in kızı 
Naime Sultan

Kendisini Tahttan İndirenlere Yazdığı Mektup

 


Sultan Abdülhamid,  tahttan  indirildikten sonra Selanik te Alatini Köşkünde mecburi ikamete tabi tutulmuştu.
Sultan, buradayken hayatından endişe ettiği için Hareket Ordusu komutanı Mahmut Şevket Paşa'ya aşağıdaki mektubu yazıp göndermiştir:
YEMİNİME SADIK KALDIM”

 “1325 Nisanı’nın ondördüncü Salı günü (27 Nisan 1909) akşamı Âyân ve Mebûsan Meclisleri tarafından tertip edilen Tebliğ Heyeti hayatımın emniyet altında olduğunu ve her türlü taarruzdan âzâde bulunduğunu, oğlum Abdürrahim Efendi ve hizmette bulunanların bir kısmının huzurunda ve yanımdaki ailemin işitebileceği bir şekilde bildirdi.
Gecesi de Ferik (Korgeneral) Hüsnü Paşa, beraberindeki ümerâ ve subaylarla gelerek adı geçen heyetin taahhütlerini ve ifâdelerini tasdik ederek hayatımın kat’i olarak hiçbir şekilde tecavüz ve taarruza hedef olmıyacağını ve İkinci ve Üçüncü Ordu ve askerin hayatımı korumayı üzerlerine almış olduğunu ve Selânik’te hazırlanan yerde son derece hürmetle ikamet edeceğimi bildirerek şayet bu hususta tereddüt edilirse birlikte arabaya binerek ve elime revolver vererek Allah korusun bir tecavüz olduğunda ilk önce kendisini revolverle yok etmekliğimi ‘Vallah, Billâh, Tallah’ kelimeleriyle yemin etmiş ve Kur’an-ı Şerîf’i dahî getirip ona da yemin edeceğini söylemiş ise de, ‘Allah korusun, ben kaatil olamam’ diyerek teminât ve yeminlerine kanaat edip husûsî trenle Selânik’e gelindi. Burada gördüğüm nazik muamele ve subayların muhafaza etmek işinde gayret ve hamiyetleri takdire değer.
İyi ve kötü, fakat iyi niyetle 34 yıl vallahi ve billâhi geceli gündüzlü devlet ve millete hizmet ettim. Şehislâm Efendi vasıtasiyle ettiğim yemine aykırı hal ve harekette bulunmadım. Meşrutiyet aleyhinde nüfuzumu kullanmadım. İstanbul’daki asker hâdisesinde vallahi bilgim yoktur. İşte buralarını yeminle temin ederim.
Biraderim merhum Sultan Murad Hazretleri 26 yıl daha yaşayıp yanında birçok harem ağaları ve merhum Hayrettin Paşa’ya hizmet etmiş olan Server Ağa ve lüzumu kadar hizmetçi vesaire bulunduruldu. Hazine-i Hassa ve mutfaktan her türlü yiyecek ve içecek ve diğer eşyalar kendileri için temin edildi ve istirahatleri için her türlü vasıtalar tedarik edildi.
Rus askeri henüz Ayastafanos’da bulunduğu bir sırada Ali Suavi Vak’ası meydana gelmesiyle adı geçen zâtı hemen yanıma alıp ortalığın sakinleşmesiyle oturdukları yere gönderip ölünceye kadar emniyet içinde muhafaza edilmelerinde ne derece gayret ve dikkat edildiği ve ailelerinin ailemin geçimi ile müsavî bir şekilde faydalandığı ve hasta ve vücutça malûl oldukları halde bunca müddet her türlü arzusunu yerine getirmek suretiyle yaşadıkları meydanda ve son olarak ölümlerinin ne yolda olduğu dahi hususi doktoru Rıza Paşa’nın raporuyla âşikârdır.
Ölümlerinden sonra aileleri fertlerine kendi çocuklarım gibi bakarak huzur ve rahatlarının temini hususunda zerre kadar ihmal vuku bulmadı. Hattâ, adı geçen zâtın hanımı, başkadınefendi idareci ve dindar olan bahsi geçen Server Ağa vasıtasiyle ailemle beraber maaş aldıkça memnuniyetini bildiren teşekkür mektupları hâlâ saraydaki evrakım arasında mevcuttur. Oğulları Salâhattin Efendi’nin aleyhimde bulunacağına inanmam, yalnız bir isnattan ibarettir.
Bulunduğum felâketli hal şu şekilde hülâsa olunur:
Ailemin ve çocuklarımın çokluğundan İstanbul’da bulunan çocuklarımdan Nureddin Efendi kendi annesiyle diğer ihtiyar kadınlardan meydana gelmiş bir aile efradıyla bugün bir lokma ekmeğe muhtaç haldedir.
Maaşım şimdilik burayı idare etmeye yetiyorsa da İstanbul’dakilere yardım edecek ve onları besleyecek derecede değildir. Bununla beraber zaruret sebeplerinin ortadan kaldırılmasını devlet ve milletin nazar-ı dikkate alacağına eminim. Çünki, servet ve eşyam zaptedildi. Perişan ve merhamet gerektiren bir haldeyim.
Bu basit teferruattan yegâne maksat şunlardır: İlk önce kendimin, ailemin ve çocuklarımın hayatının her türlü taarruz ve tecavüzden korunacağı hakkında evvelce verilen vaadler ve taahhütler Âyân, Mebûsan, devlet ve asker tarafından teminat ve karar altına alınsın. Bu karar da açık ibare ile resmî şekilde yazı ile bildirilsin.
İkinci olarak, ikamet etmekte olduğum Alâtini Köşkü namıma satın alınarak hayatım boyunca oturmak üzere tahsis olunsun.
Üçüncü olarak, hizmetimde bulunanların şahsî hürriyetlerinin verilmesi çâresine bakılsın.
İşte, temennilerim bu üç şeyden ibarettir. Çünki hayattan emniyetsizlik insan için her an bir ölümdür, hayat ise mukaddestir. Hayattan emin olmamak gibi felâket olamaz. Bundan dolayı zikredilen şu üç şart yerine getirildiği takdirde her ne şekilde arzu edilir ve kimin huzurunda icabederse, bankadaki malubumun (hesaplarımdaki paranın) teslimine dair evrakın takrir ve imzasına hazırım. Servetimin asker için muhafaza edildiğini samimî bir hakikat olmak üzere beyan edebilirim. Mevcut servetimin, keşke daha çok olsa idi, tamamını askere terketme şerefine nâil olma temennisinden kendimi alamamaktayım.
Cenâb-ı Hakk’a yemin ederim ki, bu fânî dünyada yegâne maksadım yalnız devlet ve millete duacı olarak emniyet içerisinde sayılı nefeslerimin bulunduğum mevkide tamamlanmasıdır. Kat’iyyen başka fikrim yoktur. Arzu olunacak şekilde teminat vermeye hazırım. Bundan dolayı bu arzıhâlimin Meclis’te okunmasiyle bu büyük millet ve Meşrutiyet devletinin medanda olan haşmet ve âtıfetine nisbetle ehemmiyetsiz olan bu dileklerimin kabulünü rica ederim. 15 Cemâziyelâhır 1327 ve 22 Haziran 1325 (5 Temmuz 1909).
Abdülhamid”.
Bu mektup Celal Bayar'ın "Ben de Yazdım" adlı kitabında yer alır. Türkçe'ye uyarlaması  C.B.'a aittir.
Murat Bardakçı'nın Habertürk'teki ilgili yazısından naklen aktardım.
***
Aynı yazıda M.Şevket Paşa'nın cevabı  ise şöyle yer alıyor:
Bu dilekçe " İstanbul’a hâkim olan Hareket Ordusu’nun kumandanı Mahmud Şevket Paşa’yı hiddetlendirdi. Paşa, dilekçe ile ilgili olarak emrindekilere gönderdiği yazıda “Hayatı ordu tarafından garanti edildiği halde yeni garantiler istemesi orduya hakarettir. Namus erbâbının nasihatlerini dinlemediği için felâketine sebep olan böyle tereddütlü davranışlardan vazgeçip mert şekilde hareket etmesi gerektiğini kendisine bildirin” dedi ve Abdülhamid’in bütün taleplerini reddetti.

 Namus erbâbının nasihatlerini dinlemediği için felâketine sebep olan böyle tereddütlü davranışlardan vazgeçip mert şekilde hareket etmesi gerektiğini kendisine bildirin” dedi ve Abdülhamid’in bütün taleplerini reddetti

Kitap Sevgisi

Sultan,  büyük bir kütüphane kurmuştu.  Devrilince bir kısmı yağmalandı. Kalanı Yıldız Kütüphanesi, olarak hatırlandı.
1 Haziran 1924’te  Bakanlar Kurulu Kararı ile, Meşrutiyet’in ardından birkaç sene boyunca Maarif Nezareti tarafından idare edilen ve daha sonra Hazine-i Hassa Müdüriyeti’ne devredilen Yıldız Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi’ne verildi. Sultan Abdülhamid’in hususî kitaplığı sayılan Yıldız Kütüphanesi bugün “İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı” olarak kullanılıyor ve kütüphanedeki çok kıymetli bazı eserlerin geçtiğimiz senelerde çöpe atılmaları hâlâ tartışılıyor.

At Sevgisi

Koca Sultanın en sevdiği atı "Ferhan"
Koca Sultanın en sevdiği atı "Ferhan"

Hayranlıktan Düşmanlığa Tevfik Fikret

 

Önceleri Sultan Abdülhamid hakkında:
….
Büyük, büyüksün evet bîadîlsin, birsin
Uluvv-i haslet ile ekberü’l-ekâbirsin
…..
Eyâ veliyy-i niâm dâdgârımız sensin
Yegâne melce ü vâlâ tebârımız
Medâr-ı muhteşem iftihârımız sensin
Senin vücuduna muhtâcız ey veliyy-i niâm
İle’l-ebed sana densin halîfe-i âlem
şeklinde övgü dolu şiirler yazan, onu en müstesna ifade ve teşbihlerle meth ü sena eden ve açılan yarışmada Sitâyîş-i Hazret-i Pâdişâhîadlı eseri ile birinciliğe layık görülmüştür Tevfik Fikret.
Sultan Abdülhamid, yetkileri eline aldıktan sonra batıcıların istediği tarzda hareket etmeyip Kanun-ı Esasi’yi yürürlükten kaldırıp meclisin tatil etti, Batıcıların bürokrasideki büyüğü Mithat Paşayı ve arkadaşlarının saray çevresinden uzaklaştırdı, Abdülhamid’in yeni bir saray çevresi oluşturarak kendine özgü politikalar izlemeye başlaması Tevfik Fikret'i de diğer batıcılar gibi Abdülhamid’e karşı tavır almaya sevk etmiştir. Artık Tevfik Fikret’in Saray’a bakışı bütünüyle olumsuzdur.
Bu yeni dönemde gerek Sultan Abdülhamid’in kendisi gerekse ve özellikle saray çevresi  yoğun şekilde batıcı şairlerin saldırısı altında kalmıştır. Manzumenin her bir türünden üretilen zehirli oklar, Abdülhamid’in ve bendegânının göğsüne ve gönlüne saplanmak üzere Yıldız’a fırlatılmıştır.
Kısa bir süre önce en parlak ifadeler ve en şaşaalı kelimelerle Abdülhamid’i yere göğe sığdıramayan Tevfik Fikret en ağır kelimeler, en galiz küfürler ve en hayâsız ifadelerle ona lanetler okumuş, ona karşı düzenlenen suikastı adeta ayakta alkışlamış, ölmedi diye üzülmüş, kederlenmiş, kahrolmuş ve Sultan Abdülhamid’in bir an evvel terk-i dünya etmesi temenni ve niyazında bulunmuştur.
İstanbul bağlamında “kanlı, kal’alı, zindanlı, menfur ve mel’un” şeklinde niteleyip lanetlediği Abdülhamid’e olumsuz manzumeler yazmaktan çekinmeyen Tevfik Fikret, yine ona karşı duyduğu nefret nedeniyle İngiltere’nin Türkiye üzerindeki emellerine körü körüne hizmet etme ihanetinde bulunmaktan da kaçınmamıştır.
Hüseyin Sîret, İsmail Safa ve Ubeydullah Efendi gibi bazı yakın dostlarının 1899 yılında İngiliz Sefaretine giderek Transval Savaşı’nda Boerlere karşı İngiltere’nin galibiyetini temenni beyanlı Elçi Sir Nicholas O’Connor’a takdim ettikleri metni Tevfik Fikret de imzalamıştır.

Kız Çocuklarının Eğitimi İçin Yaptıkları

Başbakanlık Osmanlı Arşivinden bir belge Kimsesiz kız çocuklarının eğitim ve öğretimi için İstanbul Şehzadebaşı'nda bulunan Halet Paşa Konağı'nın elverişli olduğu anlaşıldığından satın alınarak okul haline dönüştürülmesine dair Sultan II. Abdülhamid'in emri.

  Abdülhamid'in emri

Dış Borçlar Ne Oldu

Abdülhamid , önceki batı etkisindeki sultanların yaptığı dış borcu pimi çekilmiş bir el bombası gibi elinde buldu.
Osmanlı Ekonomisinin Dış Borç Batağına Batışı
Osmanlı Devleti, 1854 yılında başlayan borçlanma batağı sürecine 1875 yılına kadar dayanabildi. Öyle ki 1874-75 yılı bütçe geliri 25.104.928 lira iken, 5 yıla ait dış borç ödeme taksiti 13.200.000 liraya ulaşmıştı. 1854-1875 yılları arasında Batılı devletlere 220 milyon sterlin borçlanılmıştı ama ele geçen para yalnızca 116 milyon sterlindi! Bu dış borç taksitinden başka iç borç taksitleri de bütçe üzerinde ayrı bir yük oluşturuyordu. Nihayet iç ve dış borç taksitlerini devlet bütçesi ödeyemez hale gelince dönemin Sadrazamı Mahmut Nedim Paşa bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğde, hükümetin bütçe açığından dolayı borç ödemelerinde bir değişiklik yapıldığı belirtiliyordu. Faiz ve yıllık ödeme taksitlerinin yarısını para, kalan yarısının da yeni basılıp dağıtılacak %5 faizli hisse senetleriyle ödenmesi öngörülüyordu.
Osmanlı Hükümeti’nin ödemelere ara verme kararı, tek yanlı alınmış bir karardı. Alacaklılara kararın alınması aşamasında herhangi bir şey sorulmamıştı. Bu kararın alınmasıyla şok olan Avrupalı tahvil sahipleri, Osmanlı Hükümeti üzerinde çeşitli siyasi baskılar kurarak alacaklarını tahsil etme yollarını aramaya koyuldular. Sonunda 30 Ekim 1875 günü hükümet borçlarını ödemek için bir kararname yayınladı. Kararname Ramazan ayında yayınlandığı için bu kararnameye Ramazan Kararnamesi denilmektedir. Bu kararname, alacaklıları rahatlatan bir ödeme sistemi ve miktarı belirtmekteydi.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı mağlubiyeti ile Balkanlar’daki topraklarının büyük bir kısmını kaybeden Osmanlı Devleti, kaybettiği topraklara yönelik bir kısım borçlarından da muaf tutulmuştu. Berlin Kongresi’nde Osmanlı borçlarının bir kısmı Bulgaristan’a, Karadağ’a, Sıbıstan’a ve Yunanistan’a paylaştırıldı. Ayrıca savaş sonu Osmanlı Devleti, Rusya’ya 35 milyon Lira savaş tazminatı olarak borçlanıp, miktarın tamamı faizlendirilerek yılda 350.000 lira taksitle 100 yılda ödenmesi ön görülmüştü.
13 Temmuz 1878 günü Berlin Antlaşması gereği Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödemesi için uluslararası mali bir komitenin kurulması tavsiye edilmişti. Bu tavsiye kararı gerek Osmanlı Hükümeti gerekse Galata Bankerleri tarafından sert tepkiyle karşılandı. Zira bu tavsiye kararı, Osmanlı Devleti açısından iç işlerine karışmak, Galata Bankerleri tarafından ise kendi alacaklarının böyle bir yöntemle tahsilini istememeleriydi. Bunun üzerine hükümet ile Osmanlı Bankası ve Galata Bankerleri arasında 22 Kasım 1879 günü bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma 1879 Kararnamesi diye anılmaktadır. Anlaşmaya göre; Hükümet, Müskirat, (alkollü içecek) Pul, İstanbul civarındaki deniz ürünleri vergisi, Edirne-Samsun-Bursa İpek Öşrü, Tönbeki ve Tütün Tekeli vergilerinin toplanması ve işletme hakkını 10 yıllığına Osmanlı Bankası’na ve Galata Bankerlerine veriyordu. İşte Osmanlı Bankası’nın ve Galata Bankerlerinin adı geçen gelirleri toplayıp işletmek ve kararnamede belirtilen iç borçları ödemek amacıyla kurmuş oldukları yönetime RüsumSitte İdaresi adı verilmiştir.
Avrupalı alacaklılar, 1879 Kararnamesi’ne ve Kararname uyarınca kurulan Rüsum-ı Sitte İdaresi’ne çok sert tepkiler gösterdiler. Çünkü iç borçların ödenmesi ve yukarıda belirtilen gelirlerin yönetiminin Osmanlı Bankası ve Galata Bankerlerinin eline geçmesi Avrupalı tahvil sahiplerinin hazmedemeyeceği bir gelişmeydi. Bunun üzerine Avrupalı tahvil sahipleri, Osmanlı Hükümeti ile iç borç alacaklıların arasında yapılan bu anlaşmanın uygulanmaması için çeşitli girişimlerde bulundular. Bu girişimler, kendileri açısından 1880 yılında olumlu gelişmelere sebep oldu. Osmanlı Hükümeti, 3 Ekim 1880 günü bir genelge yayınlayarak alacaklıların kendilerinin seçtikleri birer üyeyi İstanbul’a temsilci olarak göndermelerini istiyordu. Osmanlı Hükümeti’nin bu yaklaşımı üzerine alacaklılar kendilerini temsil etmek için aralarından seçerek belirledikleri temsilcilerini İstanbul’a göndereceklerini Osmanlı Hükümeti’ne bildirmişlerdi.
Düyun-u Umumiye İdaresi’nin Kuruluşu
Avrupa’dan gelen bu alacaklı temsilcileri ile Osmanlı Devleti tarafından görevlendirilen memurlar bir komisyon kurarak devletin borçlarını ödeme şekillerini ve bir sistem kurarak bu işlerin takibi için çalışmalar yapacaklardı.
Osmanlı Hükümeti temsilcileri ile Avrupalı alacaklıların temsilcileri 1 Eylül 1881 günü başlayan ve yaklaşık 4 ay süren çalışma ve görüşmeler sonucu ortak bir metin üzerinde anlaştılar. Bu metin hükümet tarafından bir kararname şekline getirildi. Kararname, 20 Aralık 1881’de Padişah tarafından İrade-i Seniyye olarak yayınlanarak resmi bir nitelik kazanmış oldu. İrade-i Seniyye’nin yayın tarihi Hicri 28 Muharrem 1299 yılına rastladığından bu kararnameye Muharrem Kararnamesi denilmektedir.
Kararnamede Osmanlı borçlarının yönetimi için bir kurum oluşturulması konusunda anlaşılmıştı. İleride de çok tartışmalara sebep olan bu kuruma “Düyun-u Umumiye-i Varidat-ı Muhassasa İdaresi,” kısaca “Düyun-u Umumiye İdaresi” denilmiştir. Böylece ilk dış borçlanmasını 1854 yılında gerçekleştiren Osmanlı, II. Abdülhamid’in padişahlığı döneminde kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi ile borçlanma serüveninde yeni bir sayfa açıyordu.
İdare’nin Yapısı
Merkezi İstanbul’da bulunan Düyun-u Umumiye İdaresi’nin en yetkili organı olan İdare Meclisi’ydi. Toplam üye sayısı 7 olup, bunlardan 5’i Avrupalı tahvil sahibi temsilcisi, 1’i Osmanlı tahvil sahibi temsilcisi, 1’i de iç borçlar temsilcisi statüsündeydiler. İstanbul’da kurulan 4 merkez müdürlükleri ile bölge müdürlüklerinden oluşan taşra teşkilatları da genel müdürlüğe bağlanmıştı. 1898’in sonunda bölge müdürlüklerin sayısı 26’ya, il ve ilçelerdeki müdürlüklerin sayısı ise 720’ye ulaşmıştı.
Görevleri Muharrem Kararnamesi’nde belirtilmişti. Kararname gereği idare, kendisine verilen gelirlerin toplanması, tahsili, işletmesi ve tespit edilen plana göre alacaklıların borçlarının ödenmesinden sorumlu idi. Önemle vurgulamak gerekir ki, ödenmesi gereken sadece dış borçlar değildi, iç borç ödemesi de idare tarafından yapılacaktı. İdare, görevi gereği her yıl bir bütçe defteri tutmaktaydı. Bu defterde, iç ve dış düzenli borçlar, düzenli olmayan borçlar, esham-ı cedide ile devletçe taahhüt altında bulunan demiryolları teminatı bulunmaktaydı.
İdare’nin çalışmalarının büyük bir kısmı vergi toplamaktan oluşmaktaydı. Bu işte belli başlı olan görevliler şunlardı: A’şar memurları, gümrük memurları, muvakkat şıra memurları, müskirat resmi bey’iyye memurları ve kaçakçılığı önlemek için görevlendirilen kolculardı. Bu memurların çalışma şartları, görev ve yetkileri her bir kısım için ayrı ayrı nizamnameler hazırlanarak belirlenmişti.
Düyun-u Umumiye’nin Osmanlı Ekonomisi Üzerindeki Etkileri
Düyun-u Umumiye’nin Osmanlı ekonomisi üzerindeki en önemli etkisi, Osmanlı maliyesi üzerine kurduğu ayrıntılı ve etkin denetim nedeniyle Osmanlı tahvillerinin riskinin azalması oldu. Alacakların güvence altına alınması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa para piyasalarında daha elverişli şartlarda ve daha düşük faizlerle borç bulmayı başardı.
Ama bu durumun bir ters etkisi de olacaktı. Kurulan ayrıntılı ve etkin denetim sayesinde artık net fon akımlarının yönü değişmiş ve yüksek oranlarda artı-değer Osmanlı ekonomisine kazandırılmak yerine kesintisiz biçimde Avrupa’ya aktarılmaya başlanmıştı.
Düyun-u Umumiye İdaresi görünürde Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kurumu, gerçekte ise hükümet yerine yalnızca alacaklılara karşı sorumluğu bulunan bir yapılanmaydı.
Ve bu pimi çekilmiş el bombası patlayacak ve Osmanlı Devleti'nin batışını hazırlayacaktır.

Vefatı

31 Mart ayaklanmasıyla tahttan indirilmesi kararlaştırılan II. Abdülhamid, 3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulmuş, 1912 senesinde Beylerbeyi Sarayı'na getirilmiştir. Bundan 6 sene sonra 10 Şubat 1918 yılında İstanbuş’da vefat eden II. Abdülhamid, Divanyolu’nda bulunan Sultan II. Mahmut Türbesi'nde defnedilmiştir.

Hakkında Bestelenen Eserler


Hamidiye Alayları ve Gayrinizami Harp

Aziz ÜSTEL
austel@stargazete.com
Gayrinizami savaş ve Abdülhamid Han
01 Ağustos 2018 Çarşamba
Ne kadar  alıştırılmışız  Abdülhamid Han'ı kanlı katil  olartak hatırlamaya ve anlatmaya ki, onun en büyük ve en önemli padişahlardan  biri olduğunu söyleyen herkese o saat  "yobaz" damgasını vuruyoruz. Abdülhamid II. Han 'ın Osmanlı Devletine katkıları saymakla bitmez. Bunların yobazlıkla değil devrimcilikle ilgisi vardır. Tıbbiyeyi kurmaktan tutun elektriği telefonu İstanbul'a getirmeye kadar bir çok yenilikte onun imzası vardır...
Kürt ayrılıkçı hareketinden önce , "Şark vilayetlerine sıçrayan  Ermeni bağımsızlık hareketi, özellikle Rusya ve Fransa'nın yardımlarıyla devlet için büyük bir tehlikeye dönüşmüştü.  Doğu Anadolu'daki Ermeni gençler "kafileler halinde, ellerini kollarını sallaya sallaya Iğdır üzerinden Erivan'a geçiyor gerilla eğitimi alıp geri dönüyorlardı. Bölgede terör ve tedhiş hareketleri tavan yapmıştı."
Derken 13 Haziran 1878'de Berlin Konferansında Ermeni bağımsızlığıyla ilgili bir tasarı sunuldu ve kabul gördü. Bunun üzerinde Osmanlı topraklarında Ermeni katliamı ve terör eylemleri  hızlandı.  Hıncak ve Taşnak örgütleri düzenli orduya dönüşmüş, Rusların doğu illerini işgal hazırlıkları tamamlanmak üzereydi.  Bunun üzerine Abdülhamid Han "Hamidiye Alaylarınıkurdu!  Alaylar aşiret yapıları esas alınarak oluşturuldu; her alayın başına aşiret reisleri belli bir maaş, rütbe ve nişanlarla getiriliyordu. Alaya dönüştürülen aşiretler vergiden muaf tutuluyor işledikleri suçlarla ilgili kovuşturma ve soruşturma yetkisi yerel mahkemelerden alınıp orduya veriliyordu. 
Daha sonraları rahmetli Turgut Özal zamanında oluşturulan köy korucuları, Hamidiye alaylarını örnek almıştı. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra 1910 yılında bu alayların adı değiştirildi , İttihadcılar bunlara "Aşiret Suvari Alayları"  adını verdi.
Alaylar padişahın istekleri doğrultusunda İngilizlerin bulduğu ama o güne kadar doğru dürüst uygulamadığı "unconvential warfare yani gayrinizami savaş ilkelerine göre kurulmuştu.  Padişahın emriyle Şakir ve Zeki Paşalar, Şakir Paşa'nın Anadolu Genel Müfettişi olarak Doğu Anadolu'yu karış karış  gezerek düzenlediği raporlar doğrultusunda, Hamidiye Alaylarını 7 ayrı tümene ayırdı. Abdülhamid Han alayların İran ve özelikle Rusya'dan gelecek tehlikeleri tez elden yok etmesi için de örgütlenmelerini hedeflemişti. A.S.Alayları Rusların işgal girişimlerini geciktirmelerinme neden oldu.

Eğitim hamlesi

Bilinenin aksine, Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi, #abdulhamid dönemine rastlar. Sevan Nişanyan’ın hesaplamalarına göre Türkiye, Abdülhamid dönemiyle kıyaslanabilecek bir okullaşma düzeyine yeniden ancak 1950’li yıllarda ulaşabilmiştir. Mesela 1895’te TC sınırlarına tekabül eden bölgede bine yakın (835) ortaokul ve lise bulunuyorken 1923’te bu sayı 95’e düşmüştür. 1895’teki yüz bine yakın öğrenci sayısı (97.837), 1950-51 sezonunda aşağı yukarı aynı seviyede seyretmektedir (90.356). Öncesiyle kıyasladığımızda Abdülhamid dönemindeki eğitim patlaması daha görünür hale gelir. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüşdiye sayısı 1909’da 900’e, 6 olan idadi sayısı 109’a çıkmıştır. 1877’de İstanbul’da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905’te 9 bine çıkmıştı. Her yıl ortalama 400 ilkokul açılmıştır ki, bu, Cumhuriyet döneminde bile kırılamamış bir rekordur.

İkinci Abdülhamit Döneminde Paşalığa Kadar Yükselen Kabadayı: Arap Abdullah

ikinci abdülhamit devrinin namlı aksaray kabadayılarından olup, sonradan paşalığa dek yükselmiş, hayatı filmlere ve romanlara konu olmuş ol...