19 Aralık 2019 Perşembe

İkinci Abdülhamit Döneminde Paşalığa Kadar Yükselen Kabadayı: Arap Abdullah

ikinci abdülhamit devrinin namlı aksaray kabadayılarından olup, sonradan paşalığa dek yükselmiş, hayatı filmlere ve romanlara konu olmuş olan bir kaldırım kurdudur arap abdullah. 

on ikiler adıyla bilinen aksaray kabadayılarının önde gelenlerinden biriyken, asıl reisleri tıflıbozzade kahraman bey'in ölümünden sonra bunların başına geçerek her istediğini yaptırmıştır. refi cevad ulunay'ın eski istanbul kabadayıları'nı anlattığı sayılı fırtınalar isimli kitap onun hikayesiyle başlar ve onunla konuşularak yazılmıştır bu kısımları. reşad ekrem koçu'nun istanbul ansiklopedisi'nde ve sermet muhtar alus'un onikiler isimli romanında kendisiyle ilgili önemli bilgiler bulunur. kadir inanır'ın kendisini canlandırdığı arab abdo filmi kendisinin hayat hikayesinden esinlenmedir. 1996 yılında atv'de gösterilen ustura kemal çizgi romanının dizi uyarlamasında, ustura kemal'in arkadaşları arasında gösterilmiş ve iskender bağcılar tarafından canlandırılmıştır kendisi ki dizinin 1907'de geçen ilk bölümlerinde görülmüştür

süleymaniye'li olup kürt asıllıydı. babası, kardeşiyle kendisini istanbul'a okumak için göndermiştir ki geldiğinde sultan abdülaziz tahttadır ve on altı-on yedi yaşlarındadır. ağabeyi abdurrahman bey okuyup beyrut gümrük nazırlığı yapmışken kendisi de tulumbacı kahvelerine takılarak kabadayılık yoluna bulaşmıştır. ama sonradan paşalığa dek yükselmiş, hayat hikayesini refi cevad ulunay'a anlatırken "kavaslıktan paşalığa yükselen iki kişi vardır, biri kavalalı mehmet ali paşa diğeride ben!" demiştir.

esmerliğinden ve arap aksanına benzer konuşmasından ötürü "arap" lakabıyla anılan abdullah'a, arab abdo, arabo, abu, abdo ağa gibi lakaplarla da seslenilmiştir. babasından kalan önemli bir servete sahipti, okuması yazması yoktu. istanbul'daki namı, tulumbacı ve kabadayıların yatak yeri olan aksaray'daki murat paşa camii avlusundaki kuşbazlar kahvesi ile çukurçeşme'deki semai kahvesinde devrinin en tehlikeli külhanilerini sindirip korkutmasıyla başlamıştır. sonradan paşalığa yani mirimiranlık payesine yükselmiş, bir yangınla yok olmadan önce aksaray'daki yeşiltulumba semtinde oturmuş, paşa haliyle buradaki tulumbacı kahvesinde gelenlerin arasında racon kesermiş. önce meşrutiyet, ardından 1911’de semti ve tulumbacı kahvelerini yok eden yangın onun saltanatının bitişi olmuş. fehim paşa'nın ve kendi zamanındaki kabadayıların yerlerini artık beli silahlı ittihatçı fedailer almaya başlayınca elini eteğini çekmiştir bu işlerden. reşad ekrem koçu'nun naklettiği bir rivayete göre aksaray’da fatih semtinden ünlü bir kabadayı olan, aynı zamanda o dönemin yeni yetme ama efendi kabadayılarından sayılan fatihli ahmet'in, bir nedenden dolayı arap abdullah’la kıran kırana kapışmış ve ihtiyar kurdu alaşağı etmesinden bahsetmiştir. ancak bazı belgelere binaen ömrünün sonlarını merdivenköyü’nde sessiz sedasız geçirerek kabadayılık aleminden çekilmesi, daha ziyade yaşlılığıyla alakalıdır.

yayınlanan hatıratlara ve rivayetlere göre; uzun boylu, kara kuru, sırım gibi, kafası daima traşlı, elmacık kemikleri çıkık, bıyıkları seyrek ve sarkık, iki kulağı da sağırdı. yaz kış ayağında çizme, sırtında kukuletalı bir sako, belinde trablus kuşak giyer, yeleğinde de kalın ve ağır bir altın köstek takılı dururdu. daima silahlı dolaşır, yanından saldırma, tabanca ve usturpa, sağ çizmesinin kenarına sokulmuş söğüt yaprağı bıçak, bir elinde de sapı gümüş savatlı kamçı eksik olmazdı.

koçu'nun anlatımına göre mertlik, yiğitlik, arkadaşlık gibi kelimeler sadece dudaklarında dolaşır; palavracı, kendi çıkarından başka hiçbir şeye kıymet vermeyen birisiydi. kurnazlığı ve girginliği ile sarayda arka oluşturmuş, bilhassa sultan abdülhamid'in itimadım kazanmış kimselerden kilercibaşı osman bey'e çatmış, istanbul tarafındaki koltuk meyhanelerini, galata ve beyoğlu umumhanelerini, balozlarını, meyhanelerini haraca bağlamıştı. onikiler diye anılan avenesiyle işigücü oğlan ve kadın davası peşinde koşmak, bu uğurda ev basıp cam taşlamak, vurmak, vuruşmak, avlarından hamilerini faydalandırmak olmuştu. onikilerden burunsuz ömer, arab abdullahın sağ koluydu. yardımcısı aksaraylı baha da müsahibi, nedimi yerindeydi.

külhanbeylik ve kabadayılık yollarına yeni yeni atılan delikanlılari dost tutacakları, dosttan ayrılacakları, arkadaş dostu ile görüşecekleri zamanlar heğ arap abdo'ya danışırlar, onun himayesine sığınıp yardımını dilerlerdi. olayları ve suçları zabtiye tarafından örtbas edilirdi. en büyük olayı, kabadayılıkta kendisinden kat kat üstün olan çerkez mehmed'i direkler arasında öldürmesidir ki bu direklerarası ya da şehzadebaşı vakası olarak kabadayılık tarihinde bahsi geçen bir olaydır. refi cevad ulunay, sayılı fırtınalar'da bu olayı bütün yönüyle anlatır. buna göre arap abdullah'ın eskiden takıldığı bir dostu olan alımlı bir kadın olan hayganuş hanım, mirasyedi necip isimli yeniyetmelerden birinin kapatması olur. mirasyedi necip'in saraydan arkası, parayla etrafında tuttuğu beli silahlı kabadayıları vardır. belaya bulaşmaktan kendini alı koyamayan abdo, bir alavera dalavera ile hayganuş'u sokaktan kaldırarak kendi kapatması yapar. aralarında kesilen racona rağmen hayganuş'u salmayınca mirasyedi necib'in adamlarından çerkez mehmed ile adamları pusu kurar. akşamla yatsı arasında evine gitmek üzere bir çayhaneden çıkan arab abdo, osman baba türbesi önünde çerkez'in hücumuna uğrayıp alta gelir, ancak ondan atik davranarak saldırmasıyla hasmının bağırsaklarını parçalayıp döker. mahkemesinin bütün safhalarında da cinayetini inkar edip kendisini mazlumların koruyucusu osman baba'nın kerametinin kurtardığını, çerkez'i osman baba'nın vurduğunu söyler. hakim heyeti, abdo'yu nefsi müdafa uğrunda cinayet işlediği için dört yıla mahkum eder

arap abdullah'ın çerkez mehmed'i vurması dönemin gazetelerine göre 1896'dadır. bu esnada 65 yaşında olduğunu söylemesinden hesap edersek 1831 doğumlu olduğunu anlarız. yine buna göre fehim paşa'nın paşalığı 1900'den sonra olduğundan sayılı fırtınalar kitabındaki fehim paşa konağında yaşadığı macera kurgu icabı yazılmıştır (yahut başka bir kabadayının hatırası onunmuş gibi yazılmıştır).
arab abdullah'a son zamanlarda, kilercibaşı osman bey'in delaletiyle mirimiranlık payesi verilmiş, bu kaldırım kabadayısı bir arab abdullah paşa olmuştur. sinop sürgünleri arasında da adı geçer ancak halen araştırdığım bir husustur bu.

arab abdullah meşrutiyetin ilanından sonra bir müddet merdivenköyü'nde oturmuş ve o yıllar içinde ölmüştür. kabrinin sahrayı cedid mezarlığında olduğu rivayet edilir.

koçu'ya göre arap abdullah'ı son zamanlarda yakından tanımış olanlardan merdivenköylü bay âsaf, bu namlı kabadayı hakkında yazılan hatıraların iftira yollu olduğunu, meyhane ve umumhane gibi yerlerden haraç almaya asla tenezzül eder adam olmadığını, oğlan ve kadın peşinde ömür çürütmüş bir bahtsız olmasına rağmen başkalarının zevk dellallığı şöyle dursun, bu yolda bilakis fevkalade kıskanç olduğunu söyler. mahbub ve mahbubelerine "yavru"nun ağzında bozulmuş şekliyle "yavri" der imiş. son "yavrisi" de oldukça geçkin bir hayganuş dudu olmuş arap abdullahın. onikiler dışında en yakın dostlarından biri suyolcu mehmed pehlivan imiş. aka gündüz; "katmerli ahmed efendinin hikâyesi"nde arab abdullah'ı aşağılık insanlardan biri olarak yaşatır ve hikayeyi kahramanı olan fatihli ahmet'in ağzından anlatır. fatihli, ticaret ve iradiyle geçinen temiz bir ailenin çocuğu olan ahmet, güçlü kuvvetli bir gençtir. vefa idadisinden şehadetname aldıktan sonra babasının da uygun görmesiyle direklerarası'nda bir kıraathane açar. fakat semtin başkomiseri ahmed'i haraca bağlamak ister ve bir akşam gelip delikanlıyı hakaret yollu tehdit eder. ne yapacağını bilemeyip tanıdıklarında birine başvurunca, ona meşhur arap abdullah'a danışmasını söylerler. arap abdullah'a başvurunca, abdo ona "kumar oynatsa da oynatmasa da usul gereği komisere vereceği paranın yarısını kendisine yarısını komisere vermesini, bu şekilde kendisini muhafaza edebileceğini bey gibi yaşayıp kazana bileceğini söyler. fatihli ahmet böyle bir işin olamayacağını, babasının müsaade etmeyeceğini söyleyince arap abdullah "babanın aklına turp sıkayım" diyerek hakaret eder. fatihli ahmet, "babamı karıştırma göğsüne bir yumruk atarım pestil gibi yere serilirsin fellah" diye karşılık verir, etrafındakiler hayretle bakışır, abdo bile korkuya kapılır. ayağa kalkmak ister ama ahmet göğsünden ittirip yerine oturtunca olduğu yere çöker. belini kuşağına atıp sivri bir bursa bıçağı çeker çekmez fatihli ahmet, arab abdo'nun fesini kapıp elinden bıçağı alır ve öteye fırlatır, hakaret eder. arab abdo karşılık olarak başını belaya sokmaması için gitmesini söyler ve bu hikayede bu şekilde ismi geçer.
kendisiyle ilgili sinop sürgünlerinde burhan felek'in de bir anısı vardır. gemide sürgün esnasında 90 küsur yaşında olan arap abdullah'ın kama taşıdığını, polisin istemesine rağmen teslim etmediğini aktarmıştır


15 Aralık 2019 Pazar

Kitap Sevgisi

Sultan,  büyük bir kütüphane kurmuştu.  Devrilince bir kısmı yağmalandı. Kalanı Yıldız Kütüphanesi, olarak hatırlandı.
1 Haziran 1924’te  Bakanlar Kurulu Kararı ile, Meşrutiyet’in ardından birkaç sene boyunca Maarif Nezareti tarafından idare edilen ve daha sonra Hazine-i Hassa Müdüriyeti’ne devredilen Yıldız Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi’ne verildi. Sultan Abdülhamid’in hususî kitaplığı sayılan Yıldız Kütüphanesi bugün “İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı” olarak kullanılıyor ve kütüphanedeki çok kıymetli bazı eserlerin geçtiğimiz senelerde çöpe atılmaları hâlâ tartışılıyor.
Böyle bir insanın kitap yaktırdığı iddia edildi muhaliflerince.
O iddiaya verilen cevaba bakalım

Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirmek için uydurulan fetvada, padişah, din kitaplarını tahrif etmek ve yaktırmakla itham olunuyordu. Fetva yüzüne karşı okunduğunda Padişah, “Hasbünallah! Ben hangi kütüb-i şer’iyyeyi yakmışım?” diye aksülamel göstermişti. Fetvayı yazan Elmalılı Hamdi ve tatbik eden İttihatçılar nasıl can verdiler; şimdi ne hâldeler bilinmez; ama fetvanın nasıl bir siyasi propagandanın eseri olduğu ve tarihî hakikatleri tahrif ettiği ehlinin malumudur.



1908 darbesinin ardından, Sultan Hamid aleyhine dört elden bir menfi propaganda başlamıştı. Bunlar arasında, Buharî’den ve İbni Abidin gibi fıkıh kitaplarından zâlim sultanla alâkalı bahislerin çıkarılması; mushafların Çemberlitaş külhanlarında yakılması gibi iddialar vardı. Mithat Cemal, Üç İstanbul kitabında, “Buhari’yi yaktılar” sözü üzerine, romanın Jön Türk kahramanı Adnan’a, “Buhari’yi yaktırmasaydı, Şarki Rumeli’yi düşmana veren adama kızmayacaklardı” dedirtir.

Tanin ve Servet-i Fünun’daki Jön Türk kalemlerinin bu ithamları bir tarafa, Reşit Rıza’nın yazıp, şair Âkif’in Sırat-ı Müstakim’de tercümesini neşrettiği makalelerde, Padişah, “Millet açlıktan ölürken millî serveti sefahatine harcayan, masasında en nefis şarapları içen, ecnebi bankalara para kaçıran, din kitaplarını toplayıp yaktıran” biri gibi tasvir edilir.

Kaçak matbaalar

Osmanlı Devleti’nde din kitaplarının matbaa ile basılıp çoğaltılmasına 1873 senesinde izin verilmişti. Sultan Hamid devrinde, her kitabın tab’ı için ruhsat alınması; din kitapları ve mushafların ise ilmiye encümenince tedkik edilmesi mecburiyeti getirilmişti. Bu iş için ulema ve hafızlardan müteşekkil encümenler teşkil edilmiş nizamnameler hazırlanmıştır.

Sultan Hamid, bizzat bastırdığı mushafları, dünyanın en ücra köşesine bedelsiz ulaştırmaya da ayrıca ihtimam ederdi. Osmanlı arşivleri din kitaplarının, bilhassa mushafların noksansız ve hatasız basılmasına dair emirnameler ihtiva eden vesikalarla doludur. (Vesikaları Ahmet Uçar neşretmiştir.)


La havle


İstanbul’da bilhassa Bahçekapı civarında faaliyet gösteren Acem matbaacıları ruhsatsız (kaçak) kitap basıp yayardı. Bunların ekseriyetinde imla hataları bulunurdu. Hükûmet, emirlere uyulmaksızın basılan kitapların piyasaya sürülmesine mâni olur; bu kitaplar, Unkapanı’na yakın bir yerde yakılarak imha edilirdi.

Öyle anlaşılıyor ki, muhalifleri bunu, sonradan dünya Müslümanlarının halifeye olan itibarını yok etmek üzere tahrif ederek kullanmıştır. Hatta İttihatçılar, 1902’de Maarif Nazırı olan Celal Paşa’ya bu kitapların bedelini tazmin ettirmişledir.

Sultan II. Abdülhamid’in hayatını hep düşmanları yazmıştır; üstelik bunlar şimdi bile tesirini icra etmektedir. Onun gibi, sadece memlekette değil, bütün İslâm âleminin ilmî tenevvürü için çalışan; üstelik yerlere atılır da hürmetsizlik olur diye üzerinde mübarek yazı ve resimler bulunan kibritlerin imal ve ithalini menedecek kadar dine olan hürmeti herkesçe müsellem bir padişaha bu gibi ithamlarda bulunanlara ancak la havle denir.


Yakılan Buharî


Öteden beri her gün Buharî okumayı âdet edinmiş olan Padişah, sürgünde iken gazetelerde Buharî yaktırdığına dair haberleri duyunca, Doktor Atıf Bey’e, “Piyasadaki Buharî-i şerifler hep hatalı idi. Mısır’da sahih bir nüsha olduğunu işitip getirttim. Onu bastırdım. İsteyene bir nüsha verdim. Bunu hizmet için yaptım. Dedikodu, milletin eski bir hastalığıdır” demiştir.

1301’de vefat eden Ebu’l-Hüseyn Yûnînî’nin hazırladığı bu nüsha, ilim çevrelerince en sahih Buharî nüshası kabul edilir. 1895 senesinde, çoğu Ezher’den 16 kişilik bir ulema heyetinin tetkikinden sonra Padişah’ın kendi cebinden neşrettirdiği bu nüsha, bugün bile çok tutulmaktadır...


Kitap yakma tarihçesi


Otoritenin fikrine aykırı kitapların yakılması çok eski bir an’anedir. Daha Milattan Evvel 213 senesinde, Çin’de resmî tarihe uymayan bütün tarih ve felsefe kitapları yakılmıştı. İmparator Hoang Ti, bilginin insanlığa kötülük getirdiğine inanırdı. MS 160’ta Paflagonya’da (Kastamonu) Epikür’ün kitapları yakılmıştı. 292’de Roma İmparatoru Diocletianus, Mısır dilinde yazılmış simya metinlerini ve 303’te de Hıristiyanlığa ait metinleri yaktırmıştı. Romalı General Flavius Stilico (365-408), kehanetle alakalı Sibyllian Kitapları’nı yaktırmıştı. Bu da sadece resmî tarih ve ideolojiye aykırı kitapların değil; tehlikeli görülen kitapların da yakıldığına belki ilk misaldir.


325 İznik Konsili’nden sonra da, konsil kararına aykırı düşen Aryus’a ait bütün din kitapları yakılmıştı. 333’te Büyük İskender, Persepolis Kütüphanesi’ni yaktırmış; 12 bin cilt eser yok olmuştu. Aynı şey onun kurduğu İskenderiye Kütüphanesi’nin başına gelecek; Roma işgali sırasında yanan kütüphanede 900 bin cilt kitap helak olacak; kalanları da 391’de Pagan inancına dair diye Patrik Teofilos tarafından yaktırılacaktır. Üstelik bu kıyım, Müslümanların üzerine yıkılacaktır.

435 yılında İstanbul Patriği Nestorius’a ait kitaplar toplatılıp yakıldı. XIII. asırda Katolik Kilisesi’nin heretik ilan ettiği Fransa'daki Katar mezhebine ait kitaplar yakıldı. Meşhur Yahudi din adamı ve filozof Maymonides’in yazdığı Kafası Karışmış Olana Rehber 1233’te Fransa'da Montpellier'de yakıldı. Ayrıca Yahudi dininin kaynağı Talmud, başta Fransa olmak üzere Avrupa memleketlerinde yasaklanan ve yakılan kitapların başında gelir.

Reformcu Jon Hus’un fikirlerinin anlatıldığı John Wycliffe’in kitabı 1410'da Prag Başpiskoposu tarafından yakıldı. 1492’de İspanya Engizisyonunun Reisi Rahip Tomás de Torquemada’nın emriyle, Talmud ve İslâmî eserler başta olmak üzere, Katolik ideolojisine aykırı bütün kitaplar yakıldı. 1497’de, Floransa’da marjinal rahip Savonarola’nın bağlıları, Boccaccio'nun Decameron’u ve Ovidius’un eserleri başta olmak üzere dine aykırı gördükleri kitapları toplayıp yaktılar. 1499’da Granada Başpiskoposu Ximenes’in emriyle, Gırnata Kütüphanesi’ndeki bir milyonun üzerindeki Arapça ve İbranice kitap yakıldı. Fizikçi Pierre Curie’nin, “Bu kıyımdan kurtulan 30 bin kitapla atomu parçaladık. Yarısı kalsaydı, şimdi galaksiler arasında geziyorduk” dediği rivayet edilir.

1525’te William Tyndale’in İncil tercümesi devlet emriyle yakıldı; kendisi de idam edildi. 1553’te Batlemyus’un coğrafya kitabını tercüme eden Servetus, Cenevre şehir konseyince mahkûm edilerek, kitapları ile beraber yakıldı. İspanya’nın Meksika Yukatan’daki valisi Diego de Landa, 1562’de Mayalara ait kitapları yaktırdı. Martin Luther’in Almanca İncil tercümeleri 1624’te Papa emriyle yakıldı. 1683’te Thomas Hobbes’un kitapları Oxford’da yakıldı. En enteresan kitap yakma hadiselerinden biri 1760’ta İsviçre’de cereyan etti. Simeon Uriel Freudenberger’in Wilhelm Tell’in bir efsane olduğunu yazan kitabı toplatılarak Altdorf halkı tarafından yakıldı. Altdorf, William Tell'in oğlunun başındaki elmayı vurduğu yerdi.

Fransız İhtilali’nin meşhur ve kanlı lideri Robespierre, 1793'te dinî kitapların, ayrıca krallık ve kralları öven kitapların tamamını yaktırdı. Aynı şeyi 1917’de Çar’ı tahttan indiren Bolşevikler yaptı. XX. asırda diktatörlüklerin hemen hepsinde kitap yasaklama ve yakma hadiselerine rastlanır. 1928’deki Harf İnkılabının ardından resmî veya hususi kütüphanelerdeki nice kitap Osmanlıca olduğu gerekçesiyle ateşe verilmiştir. Kâzım Karabekir’in Nutuk’a reddiye mahiyetindeki İstiklal Harbi'nin Esasları kitabı 1933’te hükûmetçe toplatılıp yakılmıştır. Hem Tek Parti devrinde, hem de hiç eksik olmayan darbe devrelerinde nice kitap toplatılıp aynı akıbete uğratılmıştır.

En parlak kitap yakma hadisesini Naziler gerçekleştirmiştir şüphesiz. Essen kütüphane müdürü Richard Euringer, Yahudi yazarlara ait veya Nazi ideolojisine uymayan kitapların listesini hazırladı. Listede 180 bin kitap bulunuyordu. Nazi Partisi Gençlik Teşkilatı’nın liderlik ettiği şuursuz bir kalabalık, 10 Mayıs 1933 gecesi Berlin’de 20 bin kitabı yaktı. Yakma muamelesi günlerce devam etti. Karl Marx, Thomas Mann, H.G. Wells, Heinrich Heine, Erich Maria Remarque gibi yazarların eserleri de yakılanlar arasındaydı.

Savaşlar, nice kütüphanelerin yanması ve kitapların ortadan kalkması neticesini doğurdu. Kartaca Kütüphanesi’ndeki kitaplar, Romalılar; Roma Kütüphanesi, Vizigotlar; Bergama Kütüphanesi Kleopatra; Bağdad Kütüphanesi, Moğollar tarafından yakılmıştır.

1981’de Sri Lanka'daki Güney Asya'nın en zengin kütüphanesi Jaffna Kütüphanesi yakıldı. Arasında nadide palmiye yaprağı yazmalarının da bulunduğu 95 bin kitap yok oldu. Bosna Muharebeleri esnasında Saraybosna’daki Şarkiyat Enstitüsü’ne atılan yangın bombaları; binlerce kitap ve el yazma koleksiyonlarını kül etti. Bu, tarihte tek seferdeki en büyük kitap katliamı sayılır. Kütüphane memurları, büyük fedakârlıklarla bombalar altında bu kitaplardan kalanını kaçırmaya ve mikrofilme almaya muvaffak oldular...

Pr. Dr. Ekrem Buğra Ekinci Türkiye Gazetesi 


5 Aralık 2019 Perşembe

Sultan ve Aleviler

1894'te O vakit Elazize bağlı olan Malatya'ya bağlı Akçadağ kasabasının Alevi köylerinden olan Dumuklu da vergi meselesinden dolayı elim bir olay olarak Dumuklu Hadisesi yaşanmıştır.
Sultan, Dersim de içki içildiğini haber aldığında siz ki seyyitlersiniz sizin bunun önüne geçmeniz gerekir demiş  ve onlara iyi davranmıştır. 



İkinci Abdülhamit Döneminde Paşalığa Kadar Yükselen Kabadayı: Arap Abdullah

ikinci abdülhamit devrinin namlı aksaray kabadayılarından olup, sonradan paşalığa dek yükselmiş, hayatı filmlere ve romanlara konu olmuş ol...