Koca Sultanın en sevdiği atı "Ferhan"
17 Ağustos 2019 Cumartesi
Hayranlıktan Düşmanlığa Tevfik Fikret
Önceleri Sultan Abdülhamid hakkında:
….
Büyük, büyüksün evet bîadîlsin, birsin
Uluvv-i haslet ile ekberü’l-ekâbirsin
…..
Eyâ veliyy-i niâm dâdgârımız sensin
Yegâne melce ü vâlâ tebârımız
Medâr-ı muhteşem iftihârımız sensin
Senin vücuduna muhtâcız ey veliyy-i niâm
İle’l-ebed sana densin halîfe-i âlem
şeklinde övgü dolu şiirler yazan, onu en müstesna ifade ve teşbihlerle meth ü sena eden ve açılan yarışmada Sitâyîş-i Hazret-i Pâdişâhîadlı eseri ile birinciliğe layık görülmüştür Tevfik Fikret.
Sultan
Abdülhamid, yetkileri eline aldıktan sonra batıcıların istediği tarzda
hareket etmeyip Kanun-ı Esasi’yi yürürlükten kaldırıp meclisin tatil
etti, Batıcıların bürokrasideki büyüğü Mithat Paşayı ve arkadaşlarının
saray çevresinden uzaklaştırdı, Abdülhamid’in yeni bir saray çevresi
oluşturarak kendine özgü politikalar izlemeye başlaması Tevfik Fikret'i
de diğer batıcılar gibi Abdülhamid’e karşı tavır almaya sevk etmiştir.
Artık Tevfik Fikret’in Saray’a bakışı bütünüyle olumsuzdur.
Bu
yeni dönemde gerek Sultan Abdülhamid’in kendisi gerekse ve özellikle
saray çevresi yoğun şekilde batıcı şairlerin saldırısı altında
kalmıştır. Manzumenin her bir türünden üretilen zehirli oklar,
Abdülhamid’in ve bendegânının göğsüne ve gönlüne saplanmak üzere
Yıldız’a fırlatılmıştır.
Kısa
bir süre önce en parlak ifadeler ve en şaşaalı kelimelerle Abdülhamid’i
yere göğe sığdıramayan Tevfik Fikret en ağır kelimeler, en galiz
küfürler ve en hayâsız ifadelerle ona lanetler okumuş, ona karşı
düzenlenen suikastı adeta ayakta alkışlamış, ölmedi diye üzülmüş,
kederlenmiş, kahrolmuş ve Sultan Abdülhamid’in bir an evvel terk-i dünya
etmesi temenni ve niyazında bulunmuştur.
İstanbul
bağlamında “kanlı, kal’alı, zindanlı, menfur ve mel’un” şeklinde
niteleyip lanetlediği Abdülhamid’e olumsuz manzumeler yazmaktan
çekinmeyen Tevfik Fikret, yine ona karşı duyduğu nefret nedeniyle
İngiltere’nin Türkiye üzerindeki emellerine körü körüne hizmet etme
ihanetinde bulunmaktan da kaçınmamıştır.
Hüseyin
Sîret, İsmail Safa ve Ubeydullah Efendi gibi bazı yakın dostlarının
1899 yılında İngiliz Sefaretine giderek Transval Savaşı’nda Boerlere
karşı İngiltere’nin galibiyetini temenni beyanlı Elçi Sir Nicholas
O’Connor’a takdim ettikleri metni Tevfik Fikret de imzalamıştır.
Kız Çocuklarının Eğitimi İçin Yaptıkları
Başbakanlık Osmanlı Arşivinden bir belge Kimsesiz kız çocuklarının
eğitim ve öğretimi için İstanbul Şehzadebaşı'nda bulunan Halet Paşa
Konağı'nın elverişli olduğu anlaşıldığından satın alınarak okul haline
dönüştürülmesine dair Sultan II. Abdülhamid'in emri.
Sultan Abdülhamid'i Sömürme Çabaları
Bu ülkenin makus talihlerinden biri tarihî şahsiyetlerin sömürülmesidir.
Sultan da buna uğramışlardandır.
İşte bunun örneklerinden biri.
Sultan da buna uğramışlardandır.
İşte bunun örneklerinden biri.
Sultan
II. Abdülhamid’e atfedilen Hâtırat’ın Utarit’deki tefrikası ve kitap
halinde basılmış nüshası Süleyman Nazif’in kaleminden çıkmıştır. Fevrî
ve asabî tabiatlı Süleyman Nazif daha önce ve sonra da bu hususiyetinin
delili sayılabilecek metinler kaleme almıştır.Süleyman Nazif’in âni bir
öfke ve aşırı asabiyet neticesinde yazdığı başka metinler de
bulunmaktadır. Kürt Şerif Paşa (1865-1951) için yazdığı Boş
Herif (Bursa 1910, 10 s., Emrî Matbaası), İskilipli Âtıf Hoca merhumun Frenk Mukallitliği ve Şapka (İstanbul 1340, 32 s.) isimli risalesine yazdığı İmana Tasallut (İstanbul 1342, 32 s.) isimli reddiyesi bu kâbildendir. Bu risâle Âtıf Hoca’nın idamına vesile olmuştur: Tahiru’l-Mevlevî (Olgun), Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri, İstanbul 1991, s.255-258. Bu bilgiyi üstâdım İsmail Kara’ya borçluyum.
Herif (Bursa 1910, 10 s., Emrî Matbaası), İskilipli Âtıf Hoca merhumun Frenk Mukallitliği ve Şapka (İstanbul 1340, 32 s.) isimli risalesine yazdığı İmana Tasallut (İstanbul 1342, 32 s.) isimli reddiyesi bu kâbildendir. Bu risâle Âtıf Hoca’nın idamına vesile olmuştur: Tahiru’l-Mevlevî (Olgun), Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri, İstanbul 1991, s.255-258. Bu bilgiyi üstâdım İsmail Kara’ya borçluyum.
Prof. Dr. Ali Birinci
Dış Borçlar Ne Oldu
Abdülhamid , önceki batı etkisindeki sultanların yaptığı dış borcu pimi çekilmiş bir el bombası gibi elinde buldu.
Osmanlı Ekonomisinin Dış Borç Batağına Batışı
Osmanlı Ekonomisinin Dış Borç Batağına Batışı
Osmanlı Devleti, 1854
yılında başlayan borçlanma batağı sürecine 1875 yılına kadar
dayanabildi. Öyle ki 1874-75 yılı bütçe geliri 25.104.928 lira iken, 5
yıla ait dış borç ödeme taksiti 13.200.000 liraya ulaşmıştı. 1854-1875
yılları arasında Batılı devletlere 220 milyon sterlin borçlanılmıştı ama
ele geçen para yalnızca 116 milyon sterlindi! Bu dış borç taksitinden
başka iç borç taksitleri de bütçe üzerinde ayrı bir yük oluşturuyordu.
Nihayet iç ve dış borç taksitlerini devlet bütçesi ödeyemez hale gelince
dönemin Sadrazamı Mahmut Nedim Paşa bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğde,
hükümetin bütçe açığından dolayı borç ödemelerinde bir değişiklik
yapıldığı belirtiliyordu. Faiz ve yıllık ödeme taksitlerinin yarısını
para, kalan yarısının da yeni basılıp dağıtılacak %5 faizli hisse
senetleriyle ödenmesi öngörülüyordu.
Osmanlı Hükümeti’nin
ödemelere ara verme kararı, tek yanlı alınmış bir karardı. Alacaklılara
kararın alınması aşamasında herhangi bir şey sorulmamıştı. Bu kararın
alınmasıyla şok olan Avrupalı tahvil sahipleri, Osmanlı Hükümeti
üzerinde çeşitli siyasi baskılar kurarak alacaklarını tahsil etme
yollarını aramaya koyuldular. Sonunda 30 Ekim 1875 günü hükümet
borçlarını ödemek için bir kararname yayınladı. Kararname Ramazan ayında
yayınlandığı için bu kararnameye Ramazan Kararnamesi denilmektedir. Bu kararname, alacaklıları rahatlatan bir ödeme sistemi ve miktarı belirtmekteydi.
1877-78 Osmanlı-Rus
Savaşı mağlubiyeti ile Balkanlar’daki topraklarının büyük bir kısmını
kaybeden Osmanlı Devleti, kaybettiği topraklara yönelik bir kısım
borçlarından da muaf tutulmuştu. Berlin Kongresi’nde Osmanlı borçlarının
bir kısmı Bulgaristan’a, Karadağ’a, Sıbıstan’a ve Yunanistan’a
paylaştırıldı. Ayrıca savaş sonu Osmanlı Devleti, Rusya’ya 35 milyon
Lira savaş tazminatı olarak borçlanıp, miktarın tamamı faizlendirilerek
yılda 350.000 lira taksitle 100 yılda ödenmesi ön görülmüştü.
13 Temmuz 1878 günü
Berlin Antlaşması gereği Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödemesi için
uluslararası mali bir komitenin kurulması tavsiye edilmişti. Bu tavsiye
kararı gerek Osmanlı Hükümeti gerekse Galata Bankerleri tarafından sert
tepkiyle karşılandı. Zira bu tavsiye kararı, Osmanlı Devleti açısından
iç işlerine karışmak, Galata Bankerleri tarafından ise kendi
alacaklarının böyle bir yöntemle tahsilini istememeleriydi. Bunun
üzerine hükümet ile Osmanlı Bankası ve Galata Bankerleri arasında 22
Kasım 1879 günü bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma 1879 Kararnamesi diye
anılmaktadır. Anlaşmaya göre; Hükümet, Müskirat, (alkollü içecek) Pul,
İstanbul civarındaki deniz ürünleri vergisi, Edirne-Samsun-Bursa İpek
Öşrü, Tönbeki ve Tütün Tekeli vergilerinin toplanması ve işletme hakkını
10 yıllığına Osmanlı Bankası’na ve Galata Bankerlerine veriyordu. İşte
Osmanlı Bankası’nın ve Galata Bankerlerinin adı geçen gelirleri toplayıp
işletmek ve kararnamede belirtilen iç borçları ödemek amacıyla kurmuş
oldukları yönetime Rüsum-ı Sitte İdaresi adı verilmiştir.
Avrupalı alacaklılar,
1879 Kararnamesi’ne ve Kararname uyarınca kurulan Rüsum-ı Sitte
İdaresi’ne çok sert tepkiler gösterdiler. Çünkü iç borçların ödenmesi ve
yukarıda belirtilen gelirlerin yönetiminin Osmanlı Bankası ve Galata
Bankerlerinin eline geçmesi Avrupalı tahvil sahiplerinin hazmedemeyeceği
bir gelişmeydi. Bunun üzerine Avrupalı tahvil sahipleri, Osmanlı
Hükümeti ile iç borç alacaklıların arasında yapılan bu anlaşmanın
uygulanmaması için çeşitli girişimlerde bulundular. Bu girişimler,
kendileri açısından 1880 yılında olumlu gelişmelere sebep oldu. Osmanlı
Hükümeti, 3 Ekim 1880 günü bir genelge yayınlayarak alacaklıların
kendilerinin seçtikleri birer üyeyi İstanbul’a temsilci olarak
göndermelerini istiyordu. Osmanlı Hükümeti’nin bu yaklaşımı üzerine
alacaklılar kendilerini temsil etmek için aralarından seçerek
belirledikleri temsilcilerini İstanbul’a göndereceklerini Osmanlı
Hükümeti’ne bildirmişlerdi.
Düyun-u Umumiye İdaresi’nin Kuruluşu
Avrupa’dan gelen bu
alacaklı temsilcileri ile Osmanlı Devleti tarafından görevlendirilen
memurlar bir komisyon kurarak devletin borçlarını ödeme şekillerini ve
bir sistem kurarak bu işlerin takibi için çalışmalar yapacaklardı.
Osmanlı Hükümeti
temsilcileri ile Avrupalı alacaklıların temsilcileri 1 Eylül 1881 günü
başlayan ve yaklaşık 4 ay süren çalışma ve görüşmeler sonucu ortak bir
metin üzerinde anlaştılar. Bu metin hükümet tarafından bir kararname
şekline getirildi. Kararname, 20 Aralık 1881’de Padişah tarafından
İrade-i Seniyye olarak yayınlanarak resmi bir nitelik kazanmış oldu.
İrade-i Seniyye’nin yayın tarihi Hicri 28 Muharrem 1299 yılına
rastladığından bu kararnameye Muharrem Kararnamesi denilmektedir.
Kararnamede Osmanlı
borçlarının yönetimi için bir kurum oluşturulması konusunda
anlaşılmıştı. İleride de çok tartışmalara sebep olan bu kuruma “Düyun-u
Umumiye-i Varidat-ı Muhassasa İdaresi,” kısaca “Düyun-u Umumiye İdaresi”
denilmiştir. Böylece ilk dış borçlanmasını 1854 yılında gerçekleştiren
Osmanlı, II. Abdülhamid’in padişahlığı döneminde kurulan Düyun-u Umumiye
İdaresi ile borçlanma serüveninde yeni bir sayfa açıyordu.
İdare’nin Yapısı
Merkezi İstanbul’da
bulunan Düyun-u Umumiye İdaresi’nin en yetkili organı olan İdare
Meclisi’ydi. Toplam üye sayısı 7 olup, bunlardan 5’i Avrupalı tahvil
sahibi temsilcisi, 1’i Osmanlı tahvil sahibi temsilcisi, 1’i de iç
borçlar temsilcisi statüsündeydiler. İstanbul’da kurulan 4 merkez
müdürlükleri ile bölge müdürlüklerinden oluşan taşra teşkilatları da
genel müdürlüğe bağlanmıştı. 1898’in sonunda bölge müdürlüklerin sayısı
26’ya, il ve ilçelerdeki müdürlüklerin sayısı ise 720’ye ulaşmıştı.
Görevleri Muharrem
Kararnamesi’nde belirtilmişti. Kararname gereği idare, kendisine verilen
gelirlerin toplanması, tahsili, işletmesi ve tespit edilen plana göre
alacaklıların borçlarının ödenmesinden sorumlu idi. Önemle vurgulamak
gerekir ki, ödenmesi gereken sadece dış borçlar değildi, iç borç ödemesi
de idare tarafından yapılacaktı. İdare, görevi gereği her yıl bir bütçe
defteri tutmaktaydı. Bu defterde, iç ve dış düzenli borçlar, düzenli
olmayan borçlar, esham-ı cedide ile devletçe taahhüt altında bulunan
demiryolları teminatı bulunmaktaydı.
İdare’nin çalışmalarının
büyük bir kısmı vergi toplamaktan oluşmaktaydı. Bu işte belli başlı
olan görevliler şunlardı: A’şar memurları, gümrük memurları, muvakkat
şıra memurları, müskirat resmi bey’iyye memurları ve kaçakçılığı önlemek
için görevlendirilen kolculardı. Bu memurların çalışma şartları, görev
ve yetkileri her bir kısım için ayrı ayrı nizamnameler hazırlanarak
belirlenmişti.
Düyun-u Umumiye’nin Osmanlı Ekonomisi Üzerindeki Etkileri
Düyun-u Umumiye’nin
Osmanlı ekonomisi üzerindeki en önemli etkisi, Osmanlı maliyesi üzerine
kurduğu ayrıntılı ve etkin denetim nedeniyle Osmanlı tahvillerinin
riskinin azalması oldu. Alacakların güvence altına alınması nedeniyle
Osmanlı İmparatorluğu Avrupa para piyasalarında daha elverişli şartlarda
ve daha düşük faizlerle borç bulmayı başardı.
Ama bu durumun bir ters
etkisi de olacaktı. Kurulan ayrıntılı ve etkin denetim sayesinde artık
net fon akımlarının yönü değişmiş ve yüksek oranlarda artı-değer Osmanlı
ekonomisine kazandırılmak yerine kesintisiz biçimde Avrupa’ya
aktarılmaya başlanmıştı.
Düyun-u Umumiye İdaresi
görünürde Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kurumu, gerçekte ise hükümet
yerine yalnızca alacaklılara karşı sorumluğu bulunan bir yapılanmaydı.
Ve bu pimi çekilmiş el bombası patlayacak ve Osmanlı Devleti'nin batışını hazırlayacaktır.
Vefatı
31 Mart ayaklanmasıyla tahttan indirilmesi kararlaştırılan II.
Abdülhamid, 3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulmuş,
1912 senesinde Beylerbeyi Sarayı'na getirilmiştir. Bundan 6 sene sonra
10 Şubat 1918 yılında İstanbuş’da vefat eden II. Abdülhamid,
Divanyolu’nda bulunan Sultan II. Mahmut Türbesi'nde defnedilmiştir.
Ziraat Bankası ve II.Abdülhamid
Menafi Sandıkları'nın
ihtiyaca cevap vermediği, esasen idari yönden revizyon gerektiği ve
kaynaklarının sınırlı olduğu gerçekleri de eklenince, mevcut
örgütlenmenin bir banka şeklinde organize edilmesi fikir ve eğilimi
olgunlaşmış, II. Abdülhamit nezdinde de bu konu üzerinde ciddiyetle
düşünülmüştür. Sadrazam Kamil Paşa'nın Bakanlar Kurulu ve II.
Abdülhamit'e sunduğu mazbatada Menafi Sandıkları'nın artık
fonksiyonlarını yerine getirememeleri sebebiyle kaldırılarak bunların
yerine Ziraat Bankası kurulması gerekliliği kaleme alınmıştır. Söz
konusu mazbatanın II. Abdülhamit'in olur ve onayıyla yürürlüğe
girmesiyle 15 Ağustos 1888'de Menafi Sandıkları'nın yerine işlevlerini
üstlenecek modern finans kuruluşu olarak Ziraat Bankası resmen kurulmuş,
o tarihte faaliyette bulunan Menafi Sandıkları da banka şubelerine
dönüştürülerek faaliyete başlamıştır. O güne kadar Menafi Sandıkları'nın
mali kaynağını oluşturan menafi hisseleri bankaya devredilmiş ve bundan
sonraki hisseler de bankanın sermayesine tahsis edilmiştir. Bu adımla
birlikte, teşkilatlı tarımsal kredi tarihimizde yeni bir dönem
başlamıştır.
Kaynak: https://www.ziraatbank.com.tr/tr/bankamiz/hakkimizda/bankamiz-tarihcesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
İkinci Abdülhamit Döneminde Paşalığa Kadar Yükselen Kabadayı: Arap Abdullah
ikinci abdülhamit devrinin namlı aksaray kabadayılarından olup, sonradan paşalığa dek yükselmiş, hayatı filmlere ve romanlara konu olmuş ol...