15 Aralık 2019 Pazar

Kitap Sevgisi

Sultan,  büyük bir kütüphane kurmuştu.  Devrilince bir kısmı yağmalandı. Kalanı Yıldız Kütüphanesi, olarak hatırlandı.
1 Haziran 1924’te  Bakanlar Kurulu Kararı ile, Meşrutiyet’in ardından birkaç sene boyunca Maarif Nezareti tarafından idare edilen ve daha sonra Hazine-i Hassa Müdüriyeti’ne devredilen Yıldız Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi’ne verildi. Sultan Abdülhamid’in hususî kitaplığı sayılan Yıldız Kütüphanesi bugün “İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kitaplığı” olarak kullanılıyor ve kütüphanedeki çok kıymetli bazı eserlerin geçtiğimiz senelerde çöpe atılmaları hâlâ tartışılıyor.
Böyle bir insanın kitap yaktırdığı iddia edildi muhaliflerince.
O iddiaya verilen cevaba bakalım

Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirmek için uydurulan fetvada, padişah, din kitaplarını tahrif etmek ve yaktırmakla itham olunuyordu. Fetva yüzüne karşı okunduğunda Padişah, “Hasbünallah! Ben hangi kütüb-i şer’iyyeyi yakmışım?” diye aksülamel göstermişti. Fetvayı yazan Elmalılı Hamdi ve tatbik eden İttihatçılar nasıl can verdiler; şimdi ne hâldeler bilinmez; ama fetvanın nasıl bir siyasi propagandanın eseri olduğu ve tarihî hakikatleri tahrif ettiği ehlinin malumudur.



1908 darbesinin ardından, Sultan Hamid aleyhine dört elden bir menfi propaganda başlamıştı. Bunlar arasında, Buharî’den ve İbni Abidin gibi fıkıh kitaplarından zâlim sultanla alâkalı bahislerin çıkarılması; mushafların Çemberlitaş külhanlarında yakılması gibi iddialar vardı. Mithat Cemal, Üç İstanbul kitabında, “Buhari’yi yaktılar” sözü üzerine, romanın Jön Türk kahramanı Adnan’a, “Buhari’yi yaktırmasaydı, Şarki Rumeli’yi düşmana veren adama kızmayacaklardı” dedirtir.

Tanin ve Servet-i Fünun’daki Jön Türk kalemlerinin bu ithamları bir tarafa, Reşit Rıza’nın yazıp, şair Âkif’in Sırat-ı Müstakim’de tercümesini neşrettiği makalelerde, Padişah, “Millet açlıktan ölürken millî serveti sefahatine harcayan, masasında en nefis şarapları içen, ecnebi bankalara para kaçıran, din kitaplarını toplayıp yaktıran” biri gibi tasvir edilir.

Kaçak matbaalar

Osmanlı Devleti’nde din kitaplarının matbaa ile basılıp çoğaltılmasına 1873 senesinde izin verilmişti. Sultan Hamid devrinde, her kitabın tab’ı için ruhsat alınması; din kitapları ve mushafların ise ilmiye encümenince tedkik edilmesi mecburiyeti getirilmişti. Bu iş için ulema ve hafızlardan müteşekkil encümenler teşkil edilmiş nizamnameler hazırlanmıştır.

Sultan Hamid, bizzat bastırdığı mushafları, dünyanın en ücra köşesine bedelsiz ulaştırmaya da ayrıca ihtimam ederdi. Osmanlı arşivleri din kitaplarının, bilhassa mushafların noksansız ve hatasız basılmasına dair emirnameler ihtiva eden vesikalarla doludur. (Vesikaları Ahmet Uçar neşretmiştir.)


La havle


İstanbul’da bilhassa Bahçekapı civarında faaliyet gösteren Acem matbaacıları ruhsatsız (kaçak) kitap basıp yayardı. Bunların ekseriyetinde imla hataları bulunurdu. Hükûmet, emirlere uyulmaksızın basılan kitapların piyasaya sürülmesine mâni olur; bu kitaplar, Unkapanı’na yakın bir yerde yakılarak imha edilirdi.

Öyle anlaşılıyor ki, muhalifleri bunu, sonradan dünya Müslümanlarının halifeye olan itibarını yok etmek üzere tahrif ederek kullanmıştır. Hatta İttihatçılar, 1902’de Maarif Nazırı olan Celal Paşa’ya bu kitapların bedelini tazmin ettirmişledir.

Sultan II. Abdülhamid’in hayatını hep düşmanları yazmıştır; üstelik bunlar şimdi bile tesirini icra etmektedir. Onun gibi, sadece memlekette değil, bütün İslâm âleminin ilmî tenevvürü için çalışan; üstelik yerlere atılır da hürmetsizlik olur diye üzerinde mübarek yazı ve resimler bulunan kibritlerin imal ve ithalini menedecek kadar dine olan hürmeti herkesçe müsellem bir padişaha bu gibi ithamlarda bulunanlara ancak la havle denir.


Yakılan Buharî


Öteden beri her gün Buharî okumayı âdet edinmiş olan Padişah, sürgünde iken gazetelerde Buharî yaktırdığına dair haberleri duyunca, Doktor Atıf Bey’e, “Piyasadaki Buharî-i şerifler hep hatalı idi. Mısır’da sahih bir nüsha olduğunu işitip getirttim. Onu bastırdım. İsteyene bir nüsha verdim. Bunu hizmet için yaptım. Dedikodu, milletin eski bir hastalığıdır” demiştir.

1301’de vefat eden Ebu’l-Hüseyn Yûnînî’nin hazırladığı bu nüsha, ilim çevrelerince en sahih Buharî nüshası kabul edilir. 1895 senesinde, çoğu Ezher’den 16 kişilik bir ulema heyetinin tetkikinden sonra Padişah’ın kendi cebinden neşrettirdiği bu nüsha, bugün bile çok tutulmaktadır...


Kitap yakma tarihçesi


Otoritenin fikrine aykırı kitapların yakılması çok eski bir an’anedir. Daha Milattan Evvel 213 senesinde, Çin’de resmî tarihe uymayan bütün tarih ve felsefe kitapları yakılmıştı. İmparator Hoang Ti, bilginin insanlığa kötülük getirdiğine inanırdı. MS 160’ta Paflagonya’da (Kastamonu) Epikür’ün kitapları yakılmıştı. 292’de Roma İmparatoru Diocletianus, Mısır dilinde yazılmış simya metinlerini ve 303’te de Hıristiyanlığa ait metinleri yaktırmıştı. Romalı General Flavius Stilico (365-408), kehanetle alakalı Sibyllian Kitapları’nı yaktırmıştı. Bu da sadece resmî tarih ve ideolojiye aykırı kitapların değil; tehlikeli görülen kitapların da yakıldığına belki ilk misaldir.


325 İznik Konsili’nden sonra da, konsil kararına aykırı düşen Aryus’a ait bütün din kitapları yakılmıştı. 333’te Büyük İskender, Persepolis Kütüphanesi’ni yaktırmış; 12 bin cilt eser yok olmuştu. Aynı şey onun kurduğu İskenderiye Kütüphanesi’nin başına gelecek; Roma işgali sırasında yanan kütüphanede 900 bin cilt kitap helak olacak; kalanları da 391’de Pagan inancına dair diye Patrik Teofilos tarafından yaktırılacaktır. Üstelik bu kıyım, Müslümanların üzerine yıkılacaktır.

435 yılında İstanbul Patriği Nestorius’a ait kitaplar toplatılıp yakıldı. XIII. asırda Katolik Kilisesi’nin heretik ilan ettiği Fransa'daki Katar mezhebine ait kitaplar yakıldı. Meşhur Yahudi din adamı ve filozof Maymonides’in yazdığı Kafası Karışmış Olana Rehber 1233’te Fransa'da Montpellier'de yakıldı. Ayrıca Yahudi dininin kaynağı Talmud, başta Fransa olmak üzere Avrupa memleketlerinde yasaklanan ve yakılan kitapların başında gelir.

Reformcu Jon Hus’un fikirlerinin anlatıldığı John Wycliffe’in kitabı 1410'da Prag Başpiskoposu tarafından yakıldı. 1492’de İspanya Engizisyonunun Reisi Rahip Tomás de Torquemada’nın emriyle, Talmud ve İslâmî eserler başta olmak üzere, Katolik ideolojisine aykırı bütün kitaplar yakıldı. 1497’de, Floransa’da marjinal rahip Savonarola’nın bağlıları, Boccaccio'nun Decameron’u ve Ovidius’un eserleri başta olmak üzere dine aykırı gördükleri kitapları toplayıp yaktılar. 1499’da Granada Başpiskoposu Ximenes’in emriyle, Gırnata Kütüphanesi’ndeki bir milyonun üzerindeki Arapça ve İbranice kitap yakıldı. Fizikçi Pierre Curie’nin, “Bu kıyımdan kurtulan 30 bin kitapla atomu parçaladık. Yarısı kalsaydı, şimdi galaksiler arasında geziyorduk” dediği rivayet edilir.

1525’te William Tyndale’in İncil tercümesi devlet emriyle yakıldı; kendisi de idam edildi. 1553’te Batlemyus’un coğrafya kitabını tercüme eden Servetus, Cenevre şehir konseyince mahkûm edilerek, kitapları ile beraber yakıldı. İspanya’nın Meksika Yukatan’daki valisi Diego de Landa, 1562’de Mayalara ait kitapları yaktırdı. Martin Luther’in Almanca İncil tercümeleri 1624’te Papa emriyle yakıldı. 1683’te Thomas Hobbes’un kitapları Oxford’da yakıldı. En enteresan kitap yakma hadiselerinden biri 1760’ta İsviçre’de cereyan etti. Simeon Uriel Freudenberger’in Wilhelm Tell’in bir efsane olduğunu yazan kitabı toplatılarak Altdorf halkı tarafından yakıldı. Altdorf, William Tell'in oğlunun başındaki elmayı vurduğu yerdi.

Fransız İhtilali’nin meşhur ve kanlı lideri Robespierre, 1793'te dinî kitapların, ayrıca krallık ve kralları öven kitapların tamamını yaktırdı. Aynı şeyi 1917’de Çar’ı tahttan indiren Bolşevikler yaptı. XX. asırda diktatörlüklerin hemen hepsinde kitap yasaklama ve yakma hadiselerine rastlanır. 1928’deki Harf İnkılabının ardından resmî veya hususi kütüphanelerdeki nice kitap Osmanlıca olduğu gerekçesiyle ateşe verilmiştir. Kâzım Karabekir’in Nutuk’a reddiye mahiyetindeki İstiklal Harbi'nin Esasları kitabı 1933’te hükûmetçe toplatılıp yakılmıştır. Hem Tek Parti devrinde, hem de hiç eksik olmayan darbe devrelerinde nice kitap toplatılıp aynı akıbete uğratılmıştır.

En parlak kitap yakma hadisesini Naziler gerçekleştirmiştir şüphesiz. Essen kütüphane müdürü Richard Euringer, Yahudi yazarlara ait veya Nazi ideolojisine uymayan kitapların listesini hazırladı. Listede 180 bin kitap bulunuyordu. Nazi Partisi Gençlik Teşkilatı’nın liderlik ettiği şuursuz bir kalabalık, 10 Mayıs 1933 gecesi Berlin’de 20 bin kitabı yaktı. Yakma muamelesi günlerce devam etti. Karl Marx, Thomas Mann, H.G. Wells, Heinrich Heine, Erich Maria Remarque gibi yazarların eserleri de yakılanlar arasındaydı.

Savaşlar, nice kütüphanelerin yanması ve kitapların ortadan kalkması neticesini doğurdu. Kartaca Kütüphanesi’ndeki kitaplar, Romalılar; Roma Kütüphanesi, Vizigotlar; Bergama Kütüphanesi Kleopatra; Bağdad Kütüphanesi, Moğollar tarafından yakılmıştır.

1981’de Sri Lanka'daki Güney Asya'nın en zengin kütüphanesi Jaffna Kütüphanesi yakıldı. Arasında nadide palmiye yaprağı yazmalarının da bulunduğu 95 bin kitap yok oldu. Bosna Muharebeleri esnasında Saraybosna’daki Şarkiyat Enstitüsü’ne atılan yangın bombaları; binlerce kitap ve el yazma koleksiyonlarını kül etti. Bu, tarihte tek seferdeki en büyük kitap katliamı sayılır. Kütüphane memurları, büyük fedakârlıklarla bombalar altında bu kitaplardan kalanını kaçırmaya ve mikrofilme almaya muvaffak oldular...

Pr. Dr. Ekrem Buğra Ekinci Türkiye Gazetesi 


5 Aralık 2019 Perşembe

Sultan ve Aleviler

1894'te O vakit Elazize bağlı olan Malatya'ya bağlı Akçadağ kasabasının Alevi köylerinden olan Dumuklu da vergi meselesinden dolayı elim bir olay olarak Dumuklu Hadisesi yaşanmıştır.
Sultan, Dersim de içki içildiğini haber aldığında siz ki seyyitlersiniz sizin bunun önüne geçmeniz gerekir demiş  ve onlara iyi davranmıştır. 



28 Kasım 2019 Perşembe

İttihat ve Terakkicilere verdiği son tavsiyeler



I. Dünya savaşının başladığı günlerdi!... Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile Harbiye Nazırı Enver Paşa ne düşündülerse, sâbık Padişah II. Abdülhamid Hanın, harp hakkındaki bilgi ve tecrübelerine başvurmayı uygun buldular. Bu maksatla İshak Paşayı Beylerbeyi Sarayına gönderdiler. 33 sene gibi uzun bir müddet Avrupa siyasetine hakim olmuş Sultan II. Abdül hamid Han cevabında:“Bu vaziyette artık benim verebileceğim bir fikir, tavsiye edebileceğim bir tedbir kalmamıştır. Zira bu zavallı devlet, harb-i umumiye sürüklendiği gün münkariz olmuştur. Sizi bana gönderenler, harbe girmeden önce göndermeliydiler. Dünyanın karalarına ve denizlerine hakim olan devletlere karşı Almanya ve Avusturya ile birleşip ateşe atılmak, tarihin ender kaydettiği hatalardandır.” Dedi. Her halde bu konuşmadan tatmin olmayan Enver Paşayı da Beylerbeyi Sarayına davet ederek nasihatlerde bulunmuş ve şöyle demişti:“33 senelik saltanatımda, ferdin hürriyetine taraftardım. Lakin gelişigüzel bir hürriyet ve serbestiyi hiçbir zaman istemedim. Meşrutiyeti ben ilan ettim. Ama mebuslarımızın kifayetsizliğini görerek kapattım. Meclis-i Mebusanın 93 harbinde verdiği kararın bize neye mal olduğunu bilirsiniz. Balkanları kaybettik. İstanbul’a gelen Ruslar ile şerefsiz bir andlaşma imzalamaya mecbur olduk. Andlaşma imzalanırken, Safvet Paşanın ağladığını işitince ben de ağladım. Ama gözyaşı dertlere deva olmuyor. Şimdi siz de acele ile harbe girmiş bulunuyor sunuz. İnşaallah hayırlı ve şerefli olur. Fakat Allah göstermesin ya felaketle biterse...İster misin bu da Anadolu’nun kaybına mal olsun! Her devirde devletin düşmanı olmuştur. Siz de bu düşmanlarla işin iç yüzünü bilmeden birleştiniz. Hareket ordu suyla İstanbul’a geldiniz. İktidarı ele aldınız. İstediğiniz makama geçtiniz. Yapmak istedik lerinizi niye yapmıyorsunuz? Bunlara güvenme oğlum. İnsanı bugün alkışlayanlar, yarın onun aleyhine dönüp parçalamasını da bilirler. Dikkatli ol!...”Ne var ki büyük hayaller peşinde koşan Enver Paşa ve İttihat Terakki ileri gelenleri bu mühim nasihatlere de kulak asmayarak bildikleri yolda yürüdüler. Koca Osmanlı bu savaşın sonunda yıkıldı gitti. 

26 Kasım 2019 Salı

Sultan Abdülhamid in intikamını almak için isyan eden Hamidiye Alayı Komutanı İbrahim Paşa



24 Temmuz 1908 tarihli Jön Türk ihtilalinin ardından yeni rejimi, Meşrutiyet’i tanımadığını ilan eden Abdülhamid’in en güvendiği Hamidiye alaylarının komutanlarından olan İbrahim Paşa ayaklandı ve Nisan 1909’da tahtından indirilen Abdülhamid’i desteklemek amacıyla 1.500 silahlı adamıyla Şam’a yürüdü. 

O sırada Selanik’te Alatini Köşkü’nde dünyadan tecrit edilmiş bulunan Sultan Abdülhamid’in olanlardan haberi yoktur elbette ama Şam’da bir Kürt subayı, onun adına şehri işgal ediyor ve Suriyelileri Jön Türklere karşı Abdülhamid bayrağı etrafında yeniden birleşmeye çağırıyordu. Ne var ki, Jön Türklerin gönderdiği kuvvetler karşısında yenilgiye uğrayan İbrahim Paşa kuvvetleri, Urfa ve Rakka arasındaki Abdülaziz Dağı civarına çekilecek ve oradan aşiretin merkezi olan Viranşehir’e dönerken, kendisini yakalamak için görevlendirilen Şamar aşiretiyle girdiği bir çarpışmada öldürülecekti... 

-M.Armağan-

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Çerkes Hasan'a İade-i İtibarda Bulunması

 Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen

Vatana ihanet cürmünden idam edilen Çerkes Hasan’a Sultan II.Abdülhamid iade-i itibarda bulunmuş ve mezarının başına şu levhayı astırmıştır: …Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen felaketlerdi...
Hüseyin Avni Paşa, kanlı olaydan bir gece evvel başına gelecekleri hissetmiş olacak ki Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi olan Yüzbaşı Çerkes Hasan’ı tutuklatmış, ancak Hasan ertesi günü Taif’e sürgüne gitmesi şartıyla Redif Paşa tarafından salıverilmişti. 
Çerkes Hasan, Sultan Abdülaziz’in ölümünden sonra iki adet revolve tabancası ve ceketinin içinde taşıdığı kama bıçağıyla serseri bir mayın gibi bilinçsizce ortalıkta dolaşıyordu. Redif Paşa’nın ihtarlarından sonra artık tek seçeneği sürgüne gitmekti; ancak ne ablasına yapılan kötü muameleleri ne de Sultan Abdülaziz’in ölümünü aklından çıkarabiliyordu. O gece sabaha kadar uyuyamadı, günün ilk saatlerinde kararını vererek evden çıktı.
Cibali iskelesine geldi, kayığa binerek Üsküdar’a geçti. Artık aklında tek bir hedef vardı: Sultan Abdülaziz’in ve ablasının başına gelen tüm felaketlerden sorumlu olan Cuntanın başı Hüseyin Avni Paşa’yı öldürmek. Muhafız zabitleri, Çerkes Hasan Paşa’nın konağına geldiğinde ona Paşa’nın Mithat Paşa’nın konağında olduğu söyledi.
Tekrar kayığa atlayan Çerkes Hasan önce Sirkeci’ye oradan da bir kiracı beygiri tutarak Mithat Paşa’nın Beyazıt’ta bulunan konağına doğru gitti. Hasan konağa vardığında zabitlere, Hüseyin Avni Paşa’ya çok önemli haberler içeren bir telgraf getirdiğini bildirdi. Zabitler Paşa’nın kabinesiyle toplantı halinde olduğunu, bitene kadar Hasan’ın salonda beklemesi gerektiğini söylediler.
Hasan, zabitlerin dalgınlığına denk gelen bir anda hızla koşarak sert bir biçimde kapıyı açtı ve kabine odasına girdi. Tam karşısında oturmuş toplantı halindeki Cuntacılardan Şeyhül İslam Hayrullah Efendi ve iki bakan hariç hepsi oradaydı. Sadrazam Mütercim Rüşdi Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, Hariciye Nazırı Raşid Paşa, Maarif Nazırı Cevdet Paşa, Defter-i Hâkanî Nazırı Yusuf Paşa, Şûrây-ı Devlet Reisi Midhat Paşa, Hasan Rıza Paşa, Şerif Hüseyin Paşa, Hâlet Paşa, Sadaret Müsteşarı Said Efendi, Âmedci Mahmud Celaleddin ve Sadaret Mektupçusu Memduh Bey... 
Kabine üyeleri bir anda huzurlarında gördükleri bir eli silahlı bir eli kamalı adam karşısında şaşkınlık yaşayarak konuşmayı bıraktılar. Salonda Çerkes Hasan’ı tanıyan ilk kişi Cuntanın başı Hüseyin Avni Paşa oldu. Paşa kaçmak için ayağa kalktığında Çerkes Hasan elindeki revolve tabancayla Paşa’nın göğsünün ortasına iki el ateş etti. Hüseyin Avni oracıkta yere yığıldı. Bakanlar kaçışmaya başladığında Kaptan-ı Derya Ahmed Paşa, Çerkes Hasan’ın silahının üzerine atıldı, Hasan çevik bir hareketle elindeki kamayı Hasan Paşa’nın kulağına saplayıp kurtuldu. Hasan, Ahmed Paşa’yı atlattığında yere yığılan Hüseyin Avni Paşa’nın can çekiştiğini gördü. Hüseyin Avni Paşa’nın yanına geldi, Hasan, Hüseyin Avni Paşa’yı gücü tükenene kadar defalarca elindeki Kama ile bıçakladı. Hasan ayağa kalktığında, daha ilk kurşun sesiyle bayılmış olan Hariciye (Dışişleri) Nazırı Reşid Paşa’yı da vurdu, Hasan öfkesini alamamış olacak ki ilk kurşunda öldürdüğü Reşid Paşa’nın boğazını elindeki kamayla kesti.
Hasan bu kez salonun içinde yaraladığı Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmed Paşa’yı aramaya koyuldu. Birçok Bakanın can havliyle sığındığı ve çığlık çığlığa yardım istediği küçük odaya yöneldi. Paşalar kapıyı sıkı sıkı tutmuş can havliyle Hasan’ın içeriye girmesini engellemeye çalışıyordu. Bu sırada Mithat Paşa’nın emir eri Ahmet Ağa salona gelerek, kapıyı zorlayan Çerkes Hasan’ın başına ve omzuna iki darbe vurdu. Büyük bir acıyla arkasını dönen Çerkes Hasan elindeki tabancayla Ahmet Ağa’yı karnına sıktığı tek kurşunla yere yığdı. 
Salonun önüne geldiklerinde Hasan’ın kurşunlarının hedefi olan zabitler uzun bir müddet içeri giremedi. Hasan bir yandan kapıyı açıp diğer Cuntacı Paşaları öldürmeye çalışırken bir taraftan da toplantı salonunun önündeki zabitlere ateş açıyordu. Hasan, bu çatışmalarda da üst düzey rütbeye sahip iki subayı öldürdü. Kurşunu bitip de daha fazla çatışamayacağını anlayan Çerkes Hasan zabitlere teslim oldu.
Olay sonrası ikisi Bakan olmak üzere toplam beş kişi öldü. Çerkes Hasan sorgulandığında ölen zabitler için üzgün olduğunu amacının sadece cuntacıları öldürmek olduğunu söyledi. Çerkes Hasan Bab-ı Seraskeri’nin önündeki büyük dut ağacına asılarak vatana ihanet cürmünden idam edilmiştir. Sultan İkinci Abdülhamid tahta çıktığında Çerkes Hasan’ı kahraman ilan ederek iade-i itibarda bulunmuş ve Hasan için Edirnekapı Şehitliğinde bir mezar yaptırarak başına şu levhayı astırmıştır:
…Genç yaşında veliyyünnimeti uğrunda fedâycân eden merhum Çerkes Hasan…
Çerkes Hasan’ı bu suikastlara zorlayan ise veliyyünimeti Sultan Abdülaziz’in başına gelen

Modern Sanatlara İlgisi

Sultan,  modern sanatları çok sever ve desteklerdi.
   
Sultan,  modern sanatları çok sever ve desteklerdi
Yıldız Sarayında Tiyatro Grubu Gösterim Yaparken

Fakirlere Yardımları



Şehzadelerle sünnet edilen fakir çocuklar
Şehzadelerle sünnet edilen fakir çocuklar

İkinci Abdülhamit Döneminde Paşalığa Kadar Yükselen Kabadayı: Arap Abdullah

ikinci abdülhamit devrinin namlı aksaray kabadayılarından olup, sonradan paşalığa dek yükselmiş, hayatı filmlere ve romanlara konu olmuş ol...